Her ülkenin tarihinde siyasi skandallar vardır. Hür basının ve bağımsız yargının olduğu yerlerde siyasetçilerin yasadışı veya ahlakdışı eylemleri kamuoyunun tepkisini çektiğinde buna siyasi skandal diyoruz. Kamuoyunda yeterli tepki oluşmamışsa skandal olmuyor.
ABD iç politikasına ilişkin yasadışı bir girişimi ortaya çıkaran -ve sonraki bütün skandallara ismini verecek olan- Watergate olayı toplum tarafından “kabul edilemez” bulunduğu için siyasi skandal olarak tarihe geçti. Dış politikanın yürütülmesinde anayasal yetkilerin suiistimaliyle ilgili Kontra skandalı (İrangate) için de aynı şey geçerli. İtalya’daki P2 Mason Locası skandalı veya İngiltere’yi sarsan “Windrush skandalı” da böyle olaylar…
Bizde ise Susurluk olayı hariç tutulursa siyasi skandal kapsamındaki hadiseler ya yolsuzluk suçlamaları ya da çapkınlık iddiaları ekseninde yer alır. Bunlar da çok etkili olmaz, kısa zamanda unutulur gider.
Türkiye gündemini halihazırda meşgul eden “skandal” ise ülkemizin ölçüleri itibarıyla iyice tuhaf. Çünkü bir gazete köşesinde çıkan “muhalif bir siyasetçi iktidar partisinin lideriyle gizlice görüştü” dedikodusunun bu kadar ciddiye alınıp büyük bir siyasi skandala dönüşeceği hiç kimsenin aklına gelmezdi muhtemelen.
Ancak bir kaşık suda kopan bu “fırtına”yı siyasi bir komplo olarak açıklamak ne kadar doğru?
***
Bizde aklımızın almadığı veya görünen açıklaması hoşumuza gitmeyen her hadiseyi komplo diye görme alışkanlığı vardır. Ayrıca karşı tarafı suçlu göstermenin de en düz yoludur bu. Dolayısıyla bu hadise de tarafların her birince komplo olarak nitelenip rakip parti aleyhinde kullanılmaya çalışılıyor.
“CHP’li bir siyasetçi gizlice Beştepe’ye gidip Cumhurbaşkanıyla görüştü” yalanının hangi amaçla üretildiğini bilmiyoruz ama ne CHP yönetiminin ne de AK Parti yönetiminin rakip partinin kendilerine komplo hazırladığına yönelik iddialarının haklılık payı taşımadığını çok net görebiliyoruz.
Bu olup bitenler CHP’nin komplosu olsaydı “iktidara yakın gazeteci” diye anılan kaynağın “CHP’ye yakın” bir dizi köşe yazarını teker teker arayıp en nihayet bunlardan birine bu haberi “pazarlaması” gibi ayrıntılar sözkonusu olmazdı herhalde.
Muhalefetin iddia ettiği gibi bu olay iktidarın komplosu olsaydı, CHP liderinin olaya hangi tepkiyi vereceğinin önceden biliniyor olması gerekirdi ki bu mümkün değil. Çünkü meselenin CHP aleyhine dönmesi, Kılıçdaroğlu’nun bir TV programına galiba “hazırlıksız çıkartılması” neticesinde maksadını aşan bir ifade kullanmış olmasından kaynaklandı.
Şimdi CHP lideri sözkonusu iddiaya ilişkin soruya verdiği “doğrudur” cevabıyla Erdoğan’ın CHP’nin içine müdahil olmasını kastettiğini söylüyor ama iktidar partisinin bu gafı çoktan “gol pasına” çevirdiği ortada.
***
Olay hakkında bir “hasar tespit raporu” düzenlenecek olursa, CHP’nin süreçten zararlı çıktığı ama Muharrem İnce’nin de siyasi geleceğinin karardığı kayda geçirilmek durumunda.
Ana muhalefet partisi bu olaydan kesinlikle zararlı çıktı. Çünkü dış politika ve ekonomi başta olmak üzere her alanda “iktidarın metal yorgunluğu”na bağlı sıkıntılar muhalefetin önünde büyük bir koşu alanı açmışken ana muhalefet partisi bu olay yüzünden kendi içiyle meşgul olmak durumunda kaldı.
Muharrem İnce, muhtemelen çok fazla düşünmeden alelacele harekete geçtiği için, siyaseten çok yanlış bir adım attı ve bu olaydaki mağduriyetini CHP’nin mevcut yönetimini köşeye sıkıştırmak için kullanmaya kalkıştı. Partisine yönelik bir siyasi kampanyanın kapısını açmış olan olayı parti içinde kendi kişisel mücadelesinin payandası yapmaya çalışarak siyasi geleceğini büyük ölçüde bitirdi. Çünkü CHP’lilerin çoğunun gözünde İnce CHP yönetimini zayıflatmaya yönelik bir girişimin içinde “AK Parti ile beraber hareket eden” biri olarak görülüyor.
İnce’nin kendi yanlış tutumları yanısıra, Cumhurbaşkanı adayı olduğu süreçte bile kapısının önünden geçemediği iktidar medyasının adeta gözbebeği haline gelmesi, açıklamalarının canlı yayınlanması CHP’li siyasetçi hakkında parti tabanında kuşku ve rahatsızlık uyanması için yeterli olmuş görünüyor.