Ömrü boyunca ideallerinin peşinden yürümüş, “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” hikmetinin sırrını ikrar etmiş ve bu dünya hayatının bir sonu olduğunu bilerek yaşamış olan bir arkadaşım son yolculuğuna çıktı.
Buraya ait olanları burada bırakarak, orada lazım olacakları -inanıyorum ki- yanına alarak…
Bugün onu yazmak istedim:
Kültür adamı kimliğiyle, hoca veya bürokrat geçmişiyle ve yazdıklarıyla çizdikleriyle geniş bir çevrede az çok tanınıyor olsa da benim için her şeyden önce “otuz yıllık arkadaşım” demek olan İrfan Çiftçi perşembeyi cumaya bağlayan gecenin sabahında, kendi sevdiği tabirle, “emaneti teslim etti”.
İrfan her daim coşku dolu, her yaptığı işi aşkla yapan, en küçük bir güzellikle mutlu olan, hüznü ve acıyı ise en yüksek şiddette hisseden bir adamdı. Bu özelliklerini dışarıya kimi zaman başka şekillerde gösteriyordu belki ama onu biraz yakından tanıyanlar sevgisindeki mübalağanın, öfkesindeki şiddetin, fikrindeki hararetin, hitabetindeki yüksek sesin, sohbetindeki fırtına ve şimşeklerin, ideallerindeki ufuk tanımazlığın... yüreğinin büyüklüğünden kaynaklandığını bilir ve anlarlardı.
Heyecan ve aşk adamıydı İrfan. Büyük ve tutkulu sevdaları vardı. “Şehirli Müslümanlık” idealini, demokratik ve medeni bir ülke özlemini, Türk dünyasının geleceğine dair tasavvurları, eski İstanbul kültürünü modern bir kılıkta hayata döndürme misyonunu, şekilciliği aşmış bir maneviyat terbiyesinin ihya veya ihdasını ve daha pek çok yüksek hedefi aynı anda ve birlikte dert edinmişti. Aşkla benimsediği bu hedefler doğrultusunda aşkla çaba gösterdi ömrü boyunca.
***
İrfan Çiftçi’yi hiç tanımamış olanlara veya uzaktan aşinalığı bulunanlara arkadaşımı hakkıyla tanıtabileceğimi sanmıyorum. Benim kalemimin kudreti buna yetmez. Ama ortak dostlarımızın, kadim arkadaşlarımızın anlamını hissedecekleri bir anekdot olarak, İrfan’ın bana iki gün önce attığı bir whatsapp mesajını paylaşmakta bugün itibarıyla sakınca olmayacağını düşünüyorum. Nereden icap etmişse, İsmail Habib’in şairiazam Abdülhak Hamid’le ilgili hatıralarını naklettiği konuşmadan bir bölümdü bana gönderdiği:
“Son ziyaretim ölümünden üç dört gün evveldi. Çallı ile gitmiştik. Bana ondan önceki ziyaretimde:
Tat yok gecesinde, gündüzünde
Ben neyliyeyim bu yeryüzünde
Beytini okumuştu. Bu sefer, daha elini öpüp yanına oturur oturmaz:
— Hani sana geçen defa bir beyit okumuştum, o doğru değil, doğrusu şudur dedi:
Tatlıdır ruzü şebi devranın
Tatmıyorsan o senin noksanın…”
***
Evvel giden ahbaba selam olsun erenler!