CUMARTESİ YAZILARI
Bir kitabın bizzat yazarınca imzalanmış bir nüshasına sahip olmak kitap severlerin en büyük mutluluklarından biri olsa gerek. Ama imzalı kitap deyip geçmeyin. Bu işin koleksiyon boyutu var, ekonomik yönü var, sahtecilik veçhesi var, ilk baskı kategorisi var, bilirkişilik ve uzmanlık konusu var… Var da var…
İmzalı kitapların bir bölümünde yalnızca yazarın imzası yer alır. (Bende merhum Cemil Meriç’in -benim iзin imzaladığı- böyle bir kitabı var mesela.) Ama çoğu yazarı tarafından -sevgili falancaya en içten dileklerimle gibi- bir ithafla imzalanmış olur.
Buradaki “falanca” eğer tanınmış biri ise o zaman söz konusu eser koleksiyoncuların ilgi alanına girebiliyor. Bütün dünyada böyle değerli “parçalar” toplayan meraklılar var.
Ülkemizde de “imzalı kitap koleksiyonu” yapan Ömer Koç, Prof. Haluk Oral, Dr. Mehmet Aslan, Doğan Hızlan, Selçuk Altun, Bahtiyar İstekli, Mustafa Çomoğlu, Mehmet Can Doğan, İbrahim Tenekeci, Ömer Erdem -ve şimdi şair babasından bayrağı devralan öykücü Nisan Erdem- gibi isimleri biliyorum.
(Keza belirli eserlerin ilk baskılarının koleksiyonunu yapanlar da oluyor. James Joyce’un kült romanı Ulysses’in nadir bulunan bir ilk baskı nüshası 2002’de düzenlenen açık artırmada 460.500 dolara satıldı. Bu arada, galiba imzalı bir kitabın ilk baskı olması da koleksiyon değerini arttıran bir faktör sayılıyor.)
Yakın dönemde ortaya çıkan “imza günü” etkinlikleri, özellikle de bunun -yine yeni bir icat olan- kitap fuarlarıyla birlikte yaygınlaşması “imzalı kitap” olayını bir ölçüde sıradanlaştırdı.
Hatta yayınevleri online satış platformlarında imzalı kitap satıyorlar artık.
Bir de konunun ekonomik boyutu dolayısıyla ister istemez ortaya çıkan sahte imzalar meselesi var. Koleksiyoncular son zamanlarda böylesi sahtekarlıklarla sıkça karşılaşmaya başlamışlar. Öğrendiğime göre, bu durumlarda Prof. Haluk Oral başta olmak üzere kimi el yazısı eksperleri koleksiyoncu arkadaşlarına gönüllü olarak bilirkişilik yapıyorlarmış.
Öyle ya da böyle, bugün hemen herkesin kitaplığında sevdiği ünlü bir yazarın kendisine imzaladığı bir eser vardır. Mamafih böylesi nüshaların koleksiyon değeri kazanması için, biraz önce dediğim gibi, ünlü bir yazar tarafından yine ünlü birine imzalanmış olması, nadir bulunması gibi kriterler gerekiyor.
Tabii, bütün kitaplar gibi imzalı nüshalar da ilelebet ilk sahibinde kalmıyor.
En başta bir kitapsever vefat ettiğinde terekesi dağılıyor. İkincisi, kitaplıklar taşınırken veya yenilerine yer açmak için daha az gerekli olanlar istemeye istemeye tasfiye edilirken kayıplar oluyor.
Kimileri de değer vermediği için eline geçer geçmez imzalı kitapları elden çıkarıyor. En kötüsü bu.
Bazen yazarlar tanıdıkları, hatta sevdikleri birine imzaladığı kitapla ummadıkları yerlerde karşılaşabiliyor. Bu çok can sıkıcı bir durum. Değer verilmemek veya karşınızdaki kişiye verdiğiniz değerin karşılığının olmadığını görmek hiç kimse için hoş değil.
Refik Halit Karay 1912’de bir kitabını “Sabih Bey’e sevgilerimle…” diye imzalamış. Aynı kitap 1922’de tekrar eline geçince de, ithafın altına “10 yıl sonra düşülen not: Bir zamanlar seni adam zannedip, ‘beyefendi’ demişim. Yuh olsun bana!” yazmış.
Hemen her yazarın başına gelmiştir buna benzer bir olay. Benim başıma bile geldi. Geçenlerde, 1995 tarihli şiir kitabımın Nadirkitap’ta “yazarından imzalı” diye satıldığını görünce o sayfayı sosyal medyada paylaşıp “Hangi vefasıza imzalamışım acaba” diye bir şey yazdım.
(Çünkü o kitabı sınırlı sayıda kişiye gönderdim. Zaten yayınevi, geçmiş gün tam hatırlamıyorum, galiba 20 ya da 25 nüsha vermişti bana. Tanıtım amacıyla yayıncı tarafından sağa sola gönderilen kitapları imzaladım mı, onu da hatırlamıyorum şimdi.)
Sonra bir genç arkadaşım hatırlattı, “Bir kişi öldüğü zaman o güne kadar ihtimamla sakladığı böylesi hatıralar da yakınlarınca bir yerlere veriliyor” diye…
Bunun üzerine o sosyal medya paylaşımını sildim. Her şey mümkün. Kitap bir şekilde kaybedilmiş olabilir, çalınmış olabilir, bir yerde unutulmuş olabilir, sahibi göçmüş olabilir. Fazla üzerine gitmek yanlış olur.
Peki, yazarlar kendi kitaplarını imzalamaktan ne kadar hoşlanırlar?
Bu hususta farklı tutumlar görülebiliyor. Kimileri bu adeti pek sevmiyor ve kitaplarını ilgili kişilere imzalamadan gönderiyor.
Benim de kimi çok yakın dostlarım çıkardıkları kitabı imzalamadan postaya vermeyi tercih ederler.
Bazıları da bu vadide mümkün olduğunca “iktisatlı” davranmaya çalışır. Geçen gün yanına uğradığımda Enis Batur yeni çıkan üç kitabını hediye etti. (O kadar çok yazıyor ki aynı esnada üç “yeni kitabı” birden çıkıyor!) Ama yalnızca birini imzaladı.
Elini tükenmez kaleme sürmeme yemini edenlerin yanında bu kadarlık iktisadın zararı yok tabii.
Mesela, İsmail Kara’dan hiç imzalı kitap alamadım bugüne kadar. (Yıllar önce yayınevinde matbaadan geldiği gün imzalattığım İslamcıların Siyasi Görüşleri’nin ilk baskısı hariç.)
Çocukluk arkadaşım öykücü Murat Yalçın da kitaplarını jelatini açılmamış şekilde kargoya verir.
Bunun sebeplerinden bir tanesi de kitapların çoğu zaman yazar adına yayınevi tarafından gönderilmesi. Kitaplığımdaki bazı Taner Ay kitapları bu yüzden imzasız mesela. (Bunları uzun zamandır gazetedeki odamda tutuyorum, Taner geldiğinde imzalayacak diye ama yazarımız gazeteye de bir türlü uğramadığı için muradıma nail olamadım henüz.)
Buna karşılık Taha Akyol, İskender Öksüz, Beşir Ayvazoğlu, Murat Menteş daima imzalayarak hediye ederler yeni çıkan kitaplarını, biraz da mahçup ederler beni.
Çok fazla isim sayıp daha fazla dostumu ifşa etmek istemiyorum ama bazı gerçeklerin de açıklanması lazım!
Şaka bir yana, bu konuda birçok farklı tutum ve birçok farklı anlayış var. Mesela geçmişte kimileri kitap imzalamayı yeri geldiğinde küçüklerin büyüklere göstermesi gereken saygı çerçevesinde değerlendirebiliyordu. Buna mukabil, tevazu gereği eserlerinin basılı nüshasına imza atmaktan imtina edenler vardı, bugün de var.
Yanlış hatırlamıyorsam Sezai Karakoç hakkında, bir genç şairin kendisine takdim ettiği kitabı geri uzatıp “İmzalamadan mı veriyorsun” diye kızdığı anlatılırdı. Bence haklı bir tepki. Ama üstada kitabını götüren arkadaş da tam aksine “İmzalarsam şımarıp haddimi aşmış gibi görünürüm” endişesiyle böyle davrandığını söylemişti. Geçmiş gün, iyi hatırlamıyorum. “Ben kimim ki koskoca bir üstada kitabımı imzalayıp veriyorum” da demiş olabilir.
Bana gelince, koleksiyoncusu değilim ama çok fazla imzalı kitap var kütüphanemde. Ömrüm edebiyat ve matbuat çevrelerinde geçtiği için ve arkadaşlarım, dostlarım da çoğunlukla bu çevrelerden olduğu için normal sayılır bu durum herhalde.
Diğer yandan, gazetecilik mesleği dolayısıyla şahsen veya vicahen tanışmadığımız kimi yazarlar da lütfedip eserlerini gönderebiliyorlar.
Elimdeki imzalı nüshaların maddi değeri de vardır muhakkak ama doğrusu işin bu tarafını hiç önemsemedim. Bunların manevi değeri, yani hatıra olarak taşıdıkları anlam tarif edilemeyecek kadar önemli zira.
Bazılarının hatıra değeri olmasa bile en azından size gösterilen teveccühe hürmetkâr olmak gerekiyor. Sizi sayıp kitabını imzalayan yazar -yazdıklarının değeri ne olursa olsun- nezaketle mukâbele edilmeyi hak ediyor olmalıdır. Bu nezaketin gereği de o kitabı çöpe atmamak, hatta sahaflara satmamak olabilir öncelikle.
Bugüne kadar hiçbir imzalı kitabı -bilerek- elden çıkarmadım. Ama bunun çok kolay bir iş olmadığını da söylemem lazım. Çünkü muhtemelen hiçbir zaman kapaklarını açmayacağım, yalnızca imzalı oldukları için şahsi kütüphanemde tuttuğum bu kitaplar epey büyükçe bir dolabı dolduruyor. Kitapları için daima ekstra yer ihtiyacı duyan bibliyofiller bunun ne anlama gediğini iyi bilirler.