AK Parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan geçenlerde yine “jenerik” nitelikte bir ifade kullandı; partisinin içindeki huzursuz veya memnuniyetsiz kesimleri yeniden kazanmayı kastederek “kırık kalpleri tamir edeceğiz” dedi.
İktidar partisiyle yollarını ayırma noktasına gelmiş kişilerin durumunu “kalp kırıklığı” olarak açıklayan ve bunların olumsuz yaklaşımlarını değiştirme arzusunu “tamir” benzetmesiyle dile getiren bu söz tıpkı “Kızgın demiri soğutmak” gibi akılda kalıcı bir simgesellik taşıyor.
Ancak son yerel seçimler esnasında “zillet ittifakı”, “yallah kürdistan’a”, “Pontus”, “çünkü çaldılar” gibi beyanlarla keskinleştirilen toplumsal kutuplaşmanın simgesi olan “ısınan demir”in soğutulabildiğini söylemek zor. Dolayısıyla böylesi sözden eyleme geçmeyen niyet ifadelerinin toplumda kolayca karşılık bulması beklenmemeli.
Diğer yandan kalp kırıklığı bir duygusal durumu anlatıyor. Partinin tabanında partinin tavanına yönelik tepkilerde muhakkak ki böyle bir duygu boyutu da vardır. Buna ister kalp kırıklığı deyin ister hayal kırıklığı… Ne var ki AK Parti iktidarlarının özellikle son dönemde benimsediği siyaset ve hayata geçirdiği uygulamalar karşısında duyulan memnuniyetsizliği ve yapılan itirazları yalnızca duygu boyutunda izah etmeye kalkışmak meselenin gerçek mahiyetini görmezden gelmek olur. Bu yaklaşım dolayısıyla “kırık kalpleri tamir etmek” için de iyi bir başlangıç noktası olamaz.
***
En yetkili merciden yapılan açıklamadan anladığımıza göre AK Parti tabanında “kalbi kırık” bir kesim var ama bunların kalbinin niye kırık olduğu belli değil. Çünkü kalplerin kırılmasına yol açacak bir sebep yok ortada. Çünkü ne partinin ne de ülkenin yönetiminde bir problem olduğu kabul ediliyor. Böyle olunca da yapılanlara itiraz edenler konjonktüre göre ya “trenden inmiş” ya da “kalbi kırılmış” oluyor.
Trenden inme metaforu tamam da partinin dosdoğru yolda olduğunu, ekonominin veya dış politikanın gayet iyi yönetildiğini, ülkede işlerin tıkırında yürüdüğünü, herhangi bir problem varsa da bunun dış güçlerin işi olduğunu kabul etmemek “kalp kırıklığı” diye tarif ediliyorsa ortada gerçeklik algısıyla ilgili bir mesele var demektir.
Zaten bugünkü AK Parti yönetiminin temel problemi bu. Gerçekleri kabul etmemek. Elle tutulan gerçeklerin yerine hayali gerçekler üretip bunların ciddiye alınmasını beklemek.
Halbuki “demiri kızdıran”, “kalpleri kıran”, “trenden indiren”, “ümmeti bölen” gerçekler ortada… Sözün burasında daha önce bu sütunlarda dilimizin döndüğünce anlatmaya çalıştığımız 17 yıllık hikâyenin özetini bir kere daha tekrarlamama izin verin… Ne de olsa “Et-tekraru ahsen velev kâne yüz seksen…”
***
Ortak aklı esas alan bir kadro partisi olarak kurulan ve bu özelliğini muhafaza ettiği ilk döneminde özellikle hassas dengeler üzerinde bulunan ekonomi ve dış politika problemlerini başarıyla idare edebilen AK Parti, son dönemde giderek bu özelliğini kaybetti. Yönetimin kişiselleştirilmesi, merkezileştirilmesi, dar bir çevrenin kontrolüne girmesi neticesinde siyaset kalitesi büyük bir hızla düştü. Hem partide hem de hükümette görev alma kriteri ehliyet ve liyakat değil sadakat olarak belirlendi.
Diğer yandan, 2010 referandumuyla birlikte yavaş yavaş siyasetteki karşıtlıkların toplumsal bir kutuplaşmaya evrilmesinin yolu açıldı. İlk önceleri parti tabanının konsolidasyonunu sağlamak uğruna başvurulan kutuplaştırıcı siyaset dili giderek bu siyasi hareketin toplum geneliyle ilişkisini sağlıksız bir zemine sürükledi.
Ancak kutuplaşma siyaseti ve lider kültü üretimine dayalı yeni bir ideoloji inşa girişimi toplumsal realitenin ve rasyonalitenin duvarlarına çarptı en sonunda. İktidar partisi seçmen sosyolojisine nüfuz etme kabiliyetini kaybetmeye başladı. Çünkü geçmişinin mirası olan millet nezdindeki hatırı sayılır krediyi hoyratça harcadı. Üstelik kendini toparlamak için önüne çıkan fırsatları kullanmaya yanaşmadı, dostça uyarılara kulak asmadı. Başa gelen her olumsuzluğu üst akıl gibi muhayyel adreslere, dış politikadaki hataları Türkiye’nin düşmanlarına, ekonomideki kötü yönetimin sonuçlarını karanlık güçlere vs. fatura etti.
AK Parti seçmeni biraz da “alternatifsizlik” algısı yüzünden bunlara çok fazla ses çıkartmıyormuş gibi göründü belki ama eski güvenini de kaybettiğinin işaretlerini ve ikazlarını çeşitli vesilelerle dile getirdi. 2015 Haziran’ında, 2017’deki 16 Nisan referandumunda, 31 Mart’ta, 23 Haziran’da…
Şimdi bu gidişin iktidar partisi adına olumluya doğru olduğunu söyleyebilir misiniz?
AK Parti’nin mevcut yönetiminin gerçeklerle yeniden karşılaşmasını gerektirecek birtakım adımlar atmaksızın “kırık kalpleri” onarabilmesi mümkün mü?