Ülkemizde bugünkü anlamda seçimlerin tarihi 19. yüzyıl başında (1830’lu yıllarda) yerel yönetimlerin belirlenmesi için oy sandıklarının kurulmasıyla başlıyor. Demek ki çok yeni de sayılmaz sandıkla tanışıklığımız.
İki asra yakın bir süredir sandıktan çıkan sonuçlar toplumu meşgul eden bir konu olmakla kalmıyor entelektüel bir problemin de kaynağını oluşturuyor. Aslında parlamenter demokrasinin yürürlükte olduğu her yerde başından beri kafaları az çok meşgul eden problem bu. Bugün artık önemi azalmış görünse de büsbütün ortadan kalkmamış bir problem.
Bir problem, iki soru… Zihinlerdeki “doğru kişileri seçiyor muyuz” sorusu ve bununla bağlantılı “doğru kişiler seçiyor mu” sorusu… Yani, seçimli demokrasinin bir yöntem olarak toplumsal düzenin sağlıklı işleyişini temin edip edemediği meselesi… Yani, bu yöntemle yönetme yetkisini vermek üzere en doğru kişileri belirleyebiliyor muyuz?
***
Şehir demokrasilerinin en erken örneklerine sahip olan eski Helenler de aslında bu konuda kuşku içindeydiler. O devrin filozoflarının arayışlarından bunu çıkarıyoruz. Bu bağlamda Platon toplumu yönetmenin bilge kişilerin işi olması gerektiğini düşünüyordu. Site devletinin filozof kral tarafından yönetilmesini istiyordu. (Popper ünlü “Açık Toplum ve Düşmanları” kitabında Platon’un devlet yöneticisi olarak aslında bizzat kendisini tarif ettiğini ileri sürüyor.)
Platon’un “Devlet” ütopyasında epeyce sosyalist bir hava vardır. Mülkiyetin ortak olduğu, hatta ailenin ortadan kaldırılmasıyla çocukların ortak olduğu bir toplum yapısı. Sonradan yaşlılık dönemi eseri “Yasalar”da aile ve çocukla ilgili kısımlarını revize etmiş ama ütopyasının sosyalist karakterini korumuştur “Devlet” yazarı.
Filozofumuza göre site devletindeki sabit nüfus bile bellidir: Şehir ahalisi 5040 kişiden oluşmalıdır.
Diyeceksiniz ki 5040 kişiden ibaret bir topluluğu yönetmek için filozof aramaya ne hacet, yoldan geçen birini başa geçirseniz yönetir orayı… Haklısınız!
***
Platon’un “bilge insanlar tarafından yönetilen devlet” fikri kulağa ilk anda hoş geliyor ama özellikle 5040 kişiden daha fazla nüfusa sahip bir toplumda uygulanması zor! Çünkü öncelikle kimin filozof olduğuna, kimin bilge olduğuna, kimin yönetme hakkına ve yetkisine sahip olduğuna nasıl karar verileceği sorusu var. Sözgelimi benim bilge olarak gördüğüm kişiyi siz başka birine nispetle “daha az bilge” sayabilirsiniz.
Sonunda dönüp dolaşıp kimin bilge olduğuna veya kimin daha bilge olduğuna ilişkin bir seçim yapmamız gerekecek. Dolayısıyla seçilecek kişinin bilgeliğinden ziyade bu yöneticiyi seçecek kişilerin bilgeliği önemli olacağı için yöneticinin filozof olup olmamasının pek bir anlamı kalmayacak. Demek ki toplumun bilgelik sahibi veya en azından bilinçli insanlardan oluşması lazım ki bilge bir yöneticiyi başlarına geçirsinler. Öbür türlüsü mümkün değil ve bu bir kısırdöngü.
Boşuna dememiş Aristo, hocasının bu fikirleri için “Platon’un planları iyi olsaydı, daha önce başkalarının da aklına gelirdi” diye… (Haksızlık olmasın, Platon bazı kaynaklarda hadis-i şerif olarak zikredilen “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz” sözünde veya “Bir halk kendi halini değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez” mealindeki ayette ifadesini bulan toplumsal yasadan bihaber değildi. Bireyin kalitesiyle toplumun kalitesinin birbirini belirlediğini düşünüyordu filozofumuz ve zaten eserlerinin neredeyse tamamında bireyin kalitesinin yükseltilmesi için gerekenler üzerine kafa yorduğu görülür.)
***
Anlaşılan o ki en az 2500 yıldır üzerinde kafa yorulan konu, esas olarak “iyi yönetim nasıl mümkün” sorusunun cevaplanmasıyla ilgili. Bu soruya verilen cevapların hâlâ tartışılmasından ziyade sorunun kendisinin hâlâ yürürlükte olması önemli belki de…
Peki yine yeni bir seçimin sathı mailindeki ülkenin vatandaşları olarak biz neresindeyiz bu sorunun? En başta “İyi yönetim” arayışı içinde miyiz? Seçim sandığına giderken aklımızdaki iyi yönetim anlayışına uygun olan adaylara görev vermeyi mi düşünüyoruz yoksa “bizimkilerin kazanması” için elimizden geleni yapmayı mı?
***
(Üstteki yazı 2019 yerel seçimleri öncesinde yine bu köşede çıkmıştı. “Ettekraru ahsen velev kane yüzseksen” kaidesi fehvasınca tekrar yayımlamakta fayda gördüm!)