Cumhurbaşkanlığı için aşılması gereken çıtanın yüzde elliden yüzde kırka çekilmesi önerisinin de gösterdiği üzere, seçime daha dört yıl varken iktidar partisi erkenden sandıktaki sıkıntılara çözüm aramaya yönelmiş bulunuyor.
Ancak sandıkla ilgili sorunun çözümünü aritmetik formüllerde aramak ne kadar doğru? İttifak bloğunun oylarında erime devam ederse seçilme çıtası yüzde 40 olsa bile muhalefet bloğunun şansı artmaz mı? Seçimi ilk turda sonuçlandırmak mümkün olursa yüzde 40 çıtasının faydası olabilir ama muhalefetin de ilk turda buna uygun biçimde tutum alması nasıl önlenebilir?
Bu bağlamda Millet İttifakı’nın dağılmasına ümit bağlamak ne kadar gerçekçi? İYİ Parti bir sonraki seçimde CHP ile işbirliği yapmayıp MHP ile beraber Cumhur İttifakında mı yer alacak? Bu mümkün mü? AK Parti bu uğurda MHP’nin Cumhur İttifakı’ndan ayrılmasını göze alabilir mi? Daha da önemlisi, tavanda yapılacak işbirliği ve ittifak girişimleri tabanın arzu ve eğilimlerini yansıtmaktan uzaksa bu türden formüller kâğıt üstünde kalmaya mahkûm olmaz mı?
Meral Akşener’in dün yaptığı açıklama İYİ Parti’nin Millet İttifakı’ndan ayrılmasının söz konusu olmadığını gösterdi. Zaten toplumsal gerçekleri görmezden gelerek mantık ve rasyonalite sınırlarının dışındaki birtakım siyasi hesaplara bel bağlayan bir projeksiyonun uzun ömürlü olması beklenemez.
***
AK Parti’nin asıl sorunu sorunlarının kaynağını kendisinde aramaktan kaçınması… Dolayısıyla çözümleri de yanlış adreslerde araması… Gerek parti yönetimindeki hataların gerekse hükümetteki yanlış uygulamaların sandıkta oy kaybı olarak geri döneceğini kabul etmek istememesi. Bu yüzden sandıktan çıkan negatif neticeyi “çünkü çaldılar” diye açıklaması…
Hatırlarsanız, bu tür açıklamalara geçmişte CHP sarılırdı. “Bizim seçmenimiz pikniğe gittiği için seçimi kaybettik” derlerdi… “Trafoya kedi girdi, oylarımız çalındı” derlerdi…
Oysa CHP’nin sorunu toplumun geniş kesimlerine hitap edebilme kabiliyetine sahip olmamasıydı. Ana muhalefet partisini yöneten kadroların bu gerçeği kabullenmeleri epeyce zaman aldı. Geçmişte de dönem dönem bazı girişimler yapıldıysa da bunlar akim kaldı hep. CHP’nin geleneksel çizgisini savunma refleksiyle hareket eden bazı çevreler derhal duvar oluşturdular bu girişimler karşısında. Çünkü bu çevrelerde CHP’nin halktan oy alarak iktidar olmasına ihtiyaç duyulmuyordu. Asker ve sivil bürokrasinin seçilmişler üzerindeki iktidarı zaten ideolojik tatmine yetiyordu.
Ne var ki “vesayet rejimi” adıyla anılan bu yapının bilhassa AK Parti’nin iktidar yıllarında giderek zayıflaması CHP elitlerini “halka yönelme” siyasetine mecbur etti. Buna rağmen eski alışkanlıklar kolayca değiştirilemediği için CHP’yi gerçek anlamda bir merkez partisi yapmaya, toplumun geniş kesimlerine ulaşabilir hale getirmeye ve dolayısıyla sandıkta iktidar aramaya yönelik girişimler ilk başlarda çetin bir direnişle karşılandı. Bu direnişin aşılması zaman aldı. Partiyi toplumun geniş kesimlerine açma yolunda en ciddi adımlar Kemal Kılıçdaroğlu yönetimindeki CHP’den geldi.
***
CHP siyasetinin dili değişti öncelikle. Kutuplaştıran, ötekileştiren siyaset dili büyük ölçüde terk edildi. Son yerel seçimde bunun sonucu alındı. Özellikle iki kere yaptırılan İstanbul seçiminde sergilenen tutum AK Parti tabanındaki “eli CHP’ye oy vermeye gitmeyen” bir kesimin bile oyunu almayı sağladı.
Son olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçmişteki başörtüsü yasakları konusunda partisi adına özeleştiri niteliği taşıyan sözleri CHP’nin “merkeze açılımı”nın stratejik boyutunu gösteriyor.
Ancak Kılıçdaroğlu’nun bu çıkışı siyasi bir hamle olmanın çok daha ötesinde bir öneme sahip. Uzun yıllar boyunca Türkiye’nin enerjisini tüketen, toplumu kutuplaştırıp düşmanlaştıran ve bu manada millet olma sürecimizi baltalayan bir anlayışın tarihin çöp sepetine fırlatılması ülkemiz adına bir kazanım olur. Bu girişim toplumdaki fay hatlarını harekete geçirecek siyasi hamlelerin önüne geçebilirse konu “CHP’nin sağdan oy alması” meselesinin ötesinde bir değer kazanmış olacak çünkü.
Bu bakımdan CHP içinde “partimizi sağcılaştırıyorlar” kampanyası başlatmaya hazırlananlar da “ana muhalefet bunu oy için yapıyor, halkımız aldanmasın” retoriğiyle sahneye çıkacak olanlar da siyasi mücadelenin tabiatı gereği bu türden tutumlar alacaklardır. Ancak en başta muhafazakâr-dindar kesimler olmak üzere toplumun çoğunluğu CHP’den gelen bu adımı oy konusunun ötesinde değerlendirecektir. Elbette samimiyetine inandığı oranda…