Cumhuriyet’in ilan edilişinin üzerinden 95 yıl geçmiş. Buna rağmen toplumun bazı kesimlerinde cumhuriyet kavramının hâlâ tartışma konusu olması doğal değil. Aksine bir arıza habercisi.
Aslında tartışma ve çekişme konusu olan bizatihi cumhuriyet kavramı veya siyasi rejimimizin kendisi değil, cumhuriyet kavramının temsil ettiği (düşünülen) birtakım değerler. Ayrıca sözkonusu tartışma ve çekişme geniş (ve sakin) ana kitleden ziyade toplumun birer ucundaki marjinal (ama aktif) unsurlar arasında cereyan ediyor.
Peki, 95 yıl sonra hâlâ neyi paylaşamıyor bu marjinal ama aktif unsurlar? Cumhuriyetin kendisini. Devrimci cumhuriyet, dindar cumhuriyet, demokratik cumhuriyet… gibi nitelemelerin bolluğundan anlaşılan o ki cumhuriyeti olduğu gibi benimseme yerine bir şekilde kendine mal etme peşinde hemen her kesim.
Oysa bu tutum cumhuriyetin anlamına aykırı. Cumhuriyet eşitlik esasına dayalı bir siyasi rejimin adıdır. Hatta eşitliğin de ötesinde özdeşliğe. Varlık sebebi itibarıyla etnik ve dini cemaatlerden oluşan geleneksel toplumu yekvücut bir halka dönüştürme fikridir cumhuriyet.
Bu anlamıyla Fransız Devrimi’nin eseridir. Gerçi 1789’dan önce de dünyada cumhuriyet yönetimleri yok değildi. Avrupa’dan, Kuzey Afrika’dan Yunanistan’a, Mezopotamya’ya, Arabistan’a kadar eski dünyadaki şehir devletleri biçimsel olarak cumhuriyet niteliği taşıyordu. Fransız Devrimi’nden önce İsviçre’de, Almanya’da, Hollanda’da cumhuriyetle yönetilen şehir devletleri vardı. Ama bugünkü anlamda ilk cumhuriyet Fransa’dır. Çünkü Fransızların kurduğu cumhuriyet esas olarak modernitenin zorunlu bir aşaması olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
***
Modernizm toplumsal hayatta “eşit vatandaşlık” idealidir. Siyasette merkeziyetçilik, eğitimde kitlesellik, kültür ve sanatta popülerlik, bilim ve hukukta laiklik, ekonomide tekelcilik… Cumhuriyetçilik de modernleşmenin ve “modern devlet” arayışının ideolojisidir ve bu anlamda milliyetçiliğin bir diğer veçhesidir.
Bu ideolojiyi şekillendiren başlıca faktör burjuva sınıfının ihtiyaçları ve bilahare aydınlanma düşüncesinin gereklilikleriydi. Burjuvazi maliyede, hukukta, güvenlik hizmetinde standartlaşma istiyordu.
İnsan aklının merkezinde yer aldığı bir epistemolojiye dayanan aydınlanma ise geleneksel otoritelerin ve referans sistemlerinin ortadan kaldırılarak özgürlük ve eşitlik kavramlarını toplumsal düzenin odağı yapma fikrini içeriyordu.
Vatandaşın bir siyasal kontratın tarafı olmanın ötesindeki nitelikleri ve özellikleri değer taşımayacaktır buna göre. Dolayısıyla hangi dinden olduğunuz, hangi etnisiteye mensup bulunduğunuz vs. sizin için önemli olabilir ama toplumsal/siyasal açıdan önemsizdir. Tabiatıyla bu özelliklerinizin hukuk karşısında da bir değeri olmamalıdır.
***
Fransız Devrimi’nin bayraktarlığını yaptığı modernizm aslında Batı Avrupa toplumlarının ortak yolu. Nitekim bundan 200 yıl öncesinde o dünyanın çok fazla uzağında yer almayan Osmanlı toplumu da sözkonusu rüzgârın etkisinde kendini yenileme ihtiyacı hissetmişti. Tanzimat ve Islahat fermanları esas itibarıyla modernleşme adımlarıydı. Bilahare anayasa ve parlamento girişimleri de öyle… Cumhuriyet bu sürecin bir halkasıdır.
İslamcılık da, milliyetçilik de, sosyalizm de modernleşme ideolojisinin yan kollarıdır. Hepsi de toplumun aşiret, kabile vs. bağlarının ötesinde ortak kimlik değerlerine sahip bir millet haline gelmesi hedefini modernleşmenin gereği olarak benimsiyordu. Kemalizm de modernist/cumhuriyetçi ideolojinin bir versiyonudur.
Bu bakımdan “Kemalist Cumhuriyet”in başarıları ve başarısızlıkları -uygulayıcıların hata ve sevapları bir yana- temelde Türk modernleşmesinin toplam başarısından bağımsız değerlendirilemez. Bu da toplumun bütün kesim ve katmanlarının pay sahibi olduğu bir süreçtir.
Ne var ki en başta dikkat çektiğimiz sorunlu noktaya tekrar bakacak olursak, bugünkü Türk toplumunun yer yer ortak bir cumhuriyet anlayışına bile sahip olmaktan uzak görünmesi modernleşme sürecinin başarısı konusunda olumlu bir işaret sayılamaz.
Çünkü bir toplumun seçkinleri ayrışmaya değil bütünleşmeye yönelik bir liderlik sergilemezlerse... ülkenin bütününün değil, kendi “mahalle”lerinin veya “cemaat”lerinin perspektifinden meseleye bakarlarsa gerçek anlamda ne millet oluruz ne de cumhuriyet.