Orta Asya’daki Türk toplulukları merkeziyetçi yönetim modeline bir hayli yabancıydılar. Çünkü sosyo-ekonomik yapı böyle bir siyasi organizasyon modeline ihtiyaç duyurmuyordu. Tarih boyunca o coğrafyada görülen devlet yapıları hep “boylar federasyonu” şeklindeki örgütlenmelerdi. Öyle ki Büyük Kağan (Yabgu) ünvanı bile çoğu zaman babadan oğula değil, bir boyun başkanından diğerine geçebiliyordu.
Orta Asya’dan koparak Çin veya Fars havzasına gelip yerleşenler merkezi devlet aygıtıyla da tanıştılar. Ancak bugünkü anlamda, yani modern devlet modeli çerçevesinde bir merkeziyetçilikten söz etmediğimizi belirtelim. Gerek İran Selçukluları gerekse Anadolu Selçukluları az çok merkeziyetçi bir siyaset aygıtına sahipti. Ancak hiçbirinde bu model Osmanlı’daki kadar katı değildi. Ne var ki Osmanlı da ilk başta merkeziyetçilikten epeyce uzak bir yönetim altındaydı. Osman Bey’in aslında bir mutlak monark olmaktan ziyade “eşitler arasında birinci” diye tanımlanabilecek konumda bir yönetici olduğu bilinmeli...
Birtakım savaşçı şeflerin yönetimindeki gazi gruplarının ve bazı yerel feodallerin bir araya gelmesiyle başlangıçta bir tür konfederasyon olarak şekillenen Osmanlı Beyliği’nde merkeziyetçilik eğiliminin ne zaman ortaya çıktığı ve gaziler konfederasyonunun nasıl merkeziyetçi bir devlete dönüştüğü tartışmaya ve spekülasyona açık bir konu... Ama bildiğimiz, bunun birdenbire gerçekleşmediği, padişah otoritesinin ve Saray’ın merkezi rolünün zaman içinde tedrici şekilde arttığı…
Osmanlı Beyliği’nin konfederatif yapısının kuruluş yıllarından sonra da uzunca bir süre ve Anadolu’dan ziyade özellikle Rumeli’de devam ettiğini görüyoruz. Rumeli’deki gazi gruplarının liderleri kendi bölgelerinde neredeyse Fatih devrine kadar -iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Osmanlı Sarayı’na tâbi diyebileceğimiz şekilde- yarı özerk veya tam özerk bir yönetim sürdürmekteydiler.
Buna karşılık, Osmanlı Sarayı bu gruplara duyduğu ihtiyacı -daha doğrusu bunların sistem üzerindeki ağırlığını- azaltmak üzere “devşirme” sistemini hayata geçirdi. Akıncı beylerinin askerine muhtaç olmamak kadar bu beylerin silahlı gücünü de denetlemek ve gerekirse etkisizleştirebilmek amacıyla siyasi otoriteye “mutlak itaat” ilkesiyle bağlı bir ordu oluşturuldu. Ancak devşirme ordusunun birdenbire değil, yavaş yavaş büyütüldüğünü not edelim. Aksi takdirde birtakım tepkilerin gelişmesi, hatta istenmeyen gerilim ve çatışmaların belirmesi mümkündü.
Osmanlı sisteminin merkezileşmesi yönündeki adımları Timur istilası duraklattı. Ülke yeniden merkezkaç güçlerin egemenlik alanlarına bölündü. Belli başlı ailelerin gücü yeniden arttı. İkinci Murat dönemi bir bakıma Saray’ın kapıkulu sınıfıyla aristokrat kesimin kıyasıya mücadelesinin kısa tarihidir. Hatta padişahın tahtı 14 yaşındaki oğluna bırakmak zorunda kalışı da bu mücadeleyle ilgili bir olay.
Bildiğiniz gibi, bu mücadeleyi merkeziyetçi bürokrasinin yani devşirme kapıkullarının kazanması ancak İstanbul’un fethi sayesinde mümkün olmuştur. Büyük fetihten sonra Bizans’la işbirliği yaptı diye kellesi alınan başvezir Çandarlı Halil başta olmak üzere tasfiyeye uğrayan zümrenin “gerçek suçu” aile kökenlerinden ve geleneksel irtibatlarından kaynaklanan saygınlık ve güçleri dolayısıyla toplumda, özellikle asker arasında ve bürokraside sözlerinin dinlenir olmasıydı.
Fatih kendi mutlak otoritesine engel teşkil eden bu zümreyi iktidardan tamamen kazımak için sadece orduyu değil, bürokrasiyi de devşirme zümresine emanet etti. Devletin kuruluşundan beri Osmanlı Ailesi’nin yanında olan ailelerin üyeleri bürokrasiden ayıklandı. Böylece toplumda karşılığı olan, yani siyasi güç taşıyan bir grup kalmadı yönetimde. Kısmen ilmiye-yargı sınıfı hariç…
Merkezileşme neticesinde Osmanlı padişahları kısa bir süre rahat nefes aldılar belki. Ama yeni düzen siyasi istikrar kaynağı değildi. Gerek Fatih’in ölümü, gerekse İkinci Beyazıt’ın oğlu Yavuz tarafından tahttan indirilmesi ve tabii Cem Sultan’dan Kanuni’nin oğullarına kadar şehzade problemleri devletin en parlak döneminde dahi baş ağrısı oldu.
Güç temerküzü sayesinde idare aygıtının daha iyi işlemesi ve dolayısıyla devletin gelişmesi bekleniyordu. Ama beklenmedik bir şey oldu: Osmanlı’nın siyasi, iktisadi ve kültürel gelişmesi merkeziyetçiliğin egemen hale geldiği bu dönemde yavaşladı ve giderek durdu.
Kapıkulu veya devşirme modeliyle siyasi güç temerküzü arayışlarının başka yerlerdeki örneklerinden de bahsederek bunun sebeplerini tartışalım…