İslamcı derken, ondokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmış bir fikir akımının adı aslında İslamcılık… Bu fikir akımının üç ana sütunu var. İlki öze dönüş fikri. İkincisi ittihad-ı İslam ve antiemperyalizm, üçüncüsü istibdatla mücadele. “Öze dönüş” tarih boyunca kültürel etkilerle şekillenen ve zamanla dinin yerini alan din yorumlarının yerine İslam’ın aslî mesajına dönülmesi demek. Dünya Müslümanlarının birliği anlamına gelen “ittihad-ı İslam” kavramı siyasal birlikten ziyade o günün konjonktüründe dünya Müslümanları arasında belirli konularda anlayış birliğinin sağlanmasını ve batı emperyalizimine karşı birlikte hareket etmenin teminini öngörüyor. “İstibdat karşıtı” sıfatı ise bugünün dünyasında “demokrat” kavramına denk geliyor.
Cumhuriyet’ten sonra köprülerin altından çok sular aktı; zamanla İslamcılık tesmiyesi artık söz konusu fikir akımını değil toplumdaki geleneksel-muhafazakâr tepkileri ifade eden bir adlandırmaya dönüştü. Buna “popüler İslamcılık” diyebiliriz. Türkiye’deki “yeniden İslamlaşma” hareketine yön veren “popüler İslamcılık”ın içinde merkezin tahakkümüne çevrenin isyanı da var. Yani sınıfsal boyutu da var. Bu boyutuyla sosyolojik bir hareket. 1960’lardan sonra yaşanan büyük iç göç ve kentleşmeyle birlikte “sosyolojik İslamcılık” giderek güçlendi. 1970’lere gelindiğinde Erbakan ve arkadaşları bir anlamda “sosyolojik İslamcılık” ile “entelektüel İslamcılık”ın izdivacını gerçekleştirmeye giriştiler. Ama eşler arasında eşitlik olmadığı için bunlardan biri, niceliği yani kelle sayısını esas alan demokratik düzende diğerinin ağırlığı altında ezilmeye terk edildi.
***
Fikriyat temelinde de keskin farklılıklar oluştu. Meşrutiyet dönemi İslamcılarının “öze dönüş”ten anladıkları şey bugünkü İslamcılık anlayışının en hafif tabirle “itikadî sapma” olarak gördüğü bir yaklaşım. Keza istibdada itiraza dayandığı için Sultan Hamid idaresinin en keskin muhalifi olarak görülen İslamcılıktan Hamid’i bütün olumlu hasletlerimizin ve hatta İslam’ın sembolü olarak gören bir başka İslamcılık anlayışına terfi etmiş bulunuyoruz.
Bu iki farklı “İslamcılık” anlayışının ortak figürlerinin başında herhalde Mehmet Akif gelir. Milli şairimiz aynı zamanda Meşrutiyet devri İslamcılığının en önemli temsilcilerindendir. Ama hem “milli şairimiz” olma özelliği hem de dindar kimliği ve duyarlığı itibarıyla dindar halkın sevgisini ve saygısını hiç kaybetmemişti bu güne kadar. Onun için bugünlerde sağda solda Akif hakkında yazılanlara -veya yazılabilenlere- baktığımda çok şaşırıyorum ben. Kim derdi ki günün birinde İslamcı Mehmet Akif kendilerine yine “İslamcı” denilen bir güruhun hedef tahtasına oturacak diye.
***
Biz buralarda seviye, kalite vs. diye konuşurken tırnak içinde İslamcı camiada “istiklal ve İslam şairi” Mehmet Akif’e yönelik ağza alınmayacak hakaretler hatta tekfire varan suçlamalar yapılabiliyor. Geçmişte olup bitenleri komplo teorileriyle açıklama eğilimindeki birtakım zıpçıktı tarih yorumcuları Kemalizm’i örnek alarak inşa etmeye çalıştıkları Hamidist literatürde Akif ve benzeri aydınlara yerine göre gafil, hain veya din düşmanı rollerini dağıtıyorlar.
Akif’e dil uzatılıyor da “günümüzün Akifleri” çok mu korunaklı durumda? Büyük şairimiz Sezai Karakoç birkaç yıl önce Suriye iç savaşına ilişkin fikirlerini açıkladığında da benzer bir çirkinliğe şahit olduk. Yirmili yaşlarındaki delikanlılar “Hızırla Kırk Saat”in şairine, “Diriliş Muştusu”nun yazarına hakaret yarışına girdiler. Bunların abileri de çıkıp “durun, siz ne yapıyorsunuz” demediler; belki de demeye cesaret edemediler. Aynı şekilde bir başka büyük şairimiz İsmet Özel yıllardan beri hedef tahtasında.
Çünkü bizim toplumumuz “bana bir harf öğretenin kölesi olurum” sözündeki inceliğe veda edeli çok oldu maalesef. Hem zaten âlimler, mütefekkirler, sanatkârlar bugünün tabiriyle “out”, sadece siyasetçiler ve köşe yazarları “in” artık.
Elbette kimse kimsenin her dediğini beğenmek ve onaylamak zorunda değil. Üstatlar da yanlış düşünebilir; tıpkı şeyhler, hoca efendiler veya siyasi liderler gibi… Ama fikirlerine katılmadığımız fikir adamlarını linç kampanyalarına hedef yapmak hakkını nereden buluyoruz?
Şapkamızı elimize alıp şu sorunun cevabını düşünmenin vaktidir: Buraya nasıl geldik?
“Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz” diye mırıldanarak…