Biliyorsunuz, bugünlerde İran ve Suudi Arabistan her alanda olduğu gibi toplumsal modernleşme alanında da bir yarış içindeler. Bu yarışa rakiplerine oranla epeyce geriden başlamak durumunda olan Suudiler kadınların otomobil kullanabilmesi gibi “açılım”larda bulunurken İran, hiç değilse başkent Tahran’da, İslami tesettüre uygun olmadığı düşünülen giyim şeklini tercih eden kadınların artık gözaltına alınıp yargılanmayacaklarını duyurdu. (Dikkat ederseniz, geleneksel din anlayışlarıyla modernlik arasındaki her türlü problem dönüp dolaşıp Müslüman kadınları buluyor!)
Giyim kuşam tercihleriyle ilgili siyasi problemler bizim de ülke olarak yabancısı olmadığımız bir konu. Sultan II. Mahmut’un fes ve pantolon açılımıyla başlayıp Atatürk’ün şapka devrimiyle devam eden ve buna karşı reaksiyonların şekillendirdiği “yüzeysel modernleşme” süreci… Vaktiyle bazı solcu aydınlarımızın “üstyapı devrimciliği” veya “gardrop devrimciliği” diye eleştirdiği bu anlayış 12 Eylül döneminde üniversitelerde başörtüsü yasağı olarak ortaya çıkıp toplumsal düzeni alt üst etti. Çünkü toplumun önemli bir bölümünde yer eden devlet-millet ayrışması algısı giderek siyaset sınıfını bütünüyle tasfiye edecek bir saflaşma doğurdu.
Bizdekinin tam tersi bir yöndeymiş gibi görünen ama aslında aynı siyasi zihniyetin ürettiği İran ve Suudi Arabistan örnekleri de kendi içlerinde benzer bir siyasi-sosyal saflaşma üretmiş bulunuyorlar. Yani siyasi ve sosyal huzursuzlukların kültürel temelleri var. Bu doğru elbette ama söz konusu ülkelerdeki siyasi hoşnutsuzlukları tek başına “üstyapı” meselesine dayandırmak yanlış olur.
***
Uzunca bir süre ülkesinin Washington Büyükelçisi olarak görev yaptıktan sonra Suudi Arabistan İstihbarat Servisi Başkanı olarak Suriye işlerini yöneten Bender bin Sultan’ın bütün özel sohbetlerinde anlatıp durduğu ve nihayet New York Times’a verdiği bir mülakatta kamuoyuyla paylaştığı anekdota dikkatinizi çekmek istiyorum:
1960’ların sonlarında İran Şahı, o sıralarda araları iyi olan Kral Faysal’a bir dizi mektup göndermişti. Şunu söylüyordu özetle: “Lütfen, sevgili kardeşim, modernleşin. Kızlarla erkeklerin karma okuyacağı okullar açın. Kadınlar mini etek giyebilsinler. Diskolarınız olsun. Modern olun. Yoksa oturduğunuz tahtı daha fazla koruyamazsınız.”
Bu mektuplara cevaben, diyordu Prens Bender, bizim kralımız şöyle bir mektup gönderdi Şah’a: “Majesteleri, tavsiyeleriniz için teşekkür ederim. Ancak hatırlatmak isterim ki siz Fransa’nın Şahı değilsiniz. Elysee Sarayında oturmuyorsunuz. İran’dasınız. Halkınızın yüzde 90’ı Müslüman. Lütfen bunu unutmayın.”
Bu anekdotu aktaran -ve kendi kişisel hayatı itibarıyla pek de dindar veya muhafazakâr sayılamayacak- Suudi Prens’in vardığı sonuç basitti: Şah’ın yöntemi yanlıştı, bizim yöntemimiz doğru. Nitekim Suudi Arabistan’da modernlik yanlıları ayaklanmadılar bugüne kadar ama devlet eliyle toplumu modernleştirme politikalarının uygulandığı İran’da “İslam Devrimi” gerçekleşti.
***
Yukarıdaki anekdotu aktaran gazeteci Max Fischer ise farklı bir yorum yapıyor:
“İran devrimi modernleşmeye tepki değildi. Kötü yönetime, adaletsizliğe ve zorbalığa tepkiydi. Dolayısıyla 1979’da İran’da görülen halk tepkisinin bir benzerinin bugün Suud’un da başına gelmesini modernleşme karşıtlığı önleyemez.”
Muhtemelen Suudiler de bu gerçeğin farkındalar ki kadınlara araba kullanma izninin verilmesinden yabancılar için “şeriatsız bölge” ihdas etmeye uzanan bir dizi “modernleşme” adımı atıyorlar.
Ama bana sorarsanız yine yanlış yapıyorlar.
İnsanların giyim kuşam tercihleri veya eğlence alışkanlıkları sonuçtur, sebep değil.
Bir ülkenin cumhuriyetle veya krallıkla yönetilmesi de, laik veya teokratik olması da, halkının Müslüman veya Hristiyan olması da o ülkedeki insanların refah ve mutluluğunu sağlayan faktörler değil. Bütün insanlık tarihi boyunca ve dünyanın her tarafında insanların refah ve mutluluğunu sağlayan tek bir şey var: İyi yönetim.
İyi yönetimin şartları da asırlardır ezbere biliniyor. Ama bu konuda her zaman yöneticilerin kendilerine ait birtakım mazeretleri vardır:
“Şimdi savaş halindeyiz, barış zamanında gerekeni tabii ki yaparız…”
“Önce ekonomik kalkınmamızı gerçekleştirelim, bunlara sonra bakarız…”
“Toplumda ahlak ve maneviyatı yerleştirelim, gerisi kolay…”
“Bizim önceliğimiz toplumun modernleşmesi, insanlarımızın giyim kuşamı ve hayat tarzı bir düzelsin öbür gelişmeler kendiliğinden gelir…”
Aslında toplumsal taleplere set çekmek için kullanılan bu bahanelerin hiçbirinin gerçek bir temeli yoktur ve bahsedilen türden problemler zaten genellikle kötü yönetimin sonuçlarıdır. Ama iyi yönetimin gereklerini yapmak -çoğu zaman eldeki yönetimin nimetlerinden mahrumiyete veya yönetimi kaybetmeye yol açabileceği için- yönetici zümrenin tercihi olmaz.
Dolayısıyla “İran modeli mi başarılı olabilir, yoksa Suud modeli mi?” sorusunun cevabı başka yerde.