IMF Türkiye’de olumsuz çağrışımları olan bir kurum. Ekonomik kriz devirlerinde ayağına gidilip para istenen ve vereceği paranın karşılığında yoksul kesimlerin aleyhinde bir programı ülkeye dayatan kurum olarak görüyoruz IMF’yi.
Bu yaklaşımda doğruluk payı var tabii ama işin aslı tam olarak öyle değil. IMF’nin desteğine muhtaç duruma düşmek kötü olan. Bu duruma düştüğünüzde sizden istenecek şeyler belli. Hükümet olarak ekonomiyi çeviremez hale geldiğinizde son çare olarak başvuracağınız bu kurumun size borç para vermek için standart şartları var. Kamu borçlarını azaltmanızı, yatırım bütçenizi kısmanızı, kurumlar vergisini düşürmenizi, dış yatırımların önünü açmanızı vs. istiyorlar öncelikle.
Bunlar aslında danışacağınız her ekonomistin size tavsiye edeceği şeyler. Ancak siyasi iktidarlar için bunların uygulanması kolay değil. Çünkü siyasi bedeli var. Ancak yüklü bir borç paranın şartı olarak masaya gelirse kabul edilebilecek çözümler bunlar. IMF bunu yapıyor. Bunu yapmakla kalmıyor, reçetenin uygulanıp uygulanmadığını kontrol ediyor. Yani gelip sizi denetliyor.
IMF’nin Türk kamuoyundaki olumsuz imajı dolayısıyla siyasi iktidarların son çare olarak gördükleri bir yer burası. Bir defa ekonomiyi batırdığınızı -veya kurtaramadığınızı- resmen kabul etmiş oluyorsunuz. Siyaseten tercih edilebilecek bir seçenek değil bu.
Hükümetlerin IMF programlarına baş vurmaktan kaçınmalarının bir başka sebebi de “kamu ihalelerin şeffaflığı” gibi birtakım şartlar ileri sürülmesi. Özellikle bizim ülkemizde böylesi talepler hoş karşılanmaz. Kamu ihalelerini de şeffaf yapacaksak, birtakım yatırımların ekonomik bakımdan gerekli olup olmadığı kriter olarak kabul edeceksek ne diye siyaset yapıyoruz!
Onun için en zor şartlarda bile IMF’ye gitmeyi aklımızdan geçirmeyiz. Ne olursa olsun “yabancı bir gücün” gelip işlerimize karışmasına onay vermeyeceğimizi dünyaya haykırırız.
Bugünkü hükümet de esas olarak bunu yapıyor. Gelgelelim “Mehmet Şimşek programı” olarak nitelendirilen bugünkü ekonomi politikası IMF’nin standart destek programından farklı mı?
IMF gelseydi hükümetten kamu borçlarını azaltmasını ve yatırım bütçesini kısmasını isteyecekti. Bunu da “kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanımına ilişkin tedbir alınması” şeklinde ifade edecekti. Hükümet de tastamam bu gerekçeyle Cumhurbaşkanlığı Tasarruf Tedbirleri Genelgesi yayımladı. “Zorunlu olmayan” yatırım projelerinin askıya alınacağı açıklandı. Kamuda tasarruf programıyla “3 yıl boyunca kamuya yeni personel alınmayacağı, yeni araç satın alma ve kiralama yapılmayacağı” duyuruldu. Memurların servisleri kaldırıldı.
IMF olsa o da bunları isterdi kuşkusuz. Büyük ihtimalle asgari ücrete zam yapılmamasını da isterdi. Yeni vergiler tesis edilmesini de tavsiye edebilirdi. Ayrıca bunların uygulanıp uygulanmadığına da bakardı. Ama işin bütün yükünü bugünkü “Mehmet Şimşek programı” kadar yoksullara yüklemeyebilirdi belki. Çünkü Şimşek’in işi IMF’ninki kadar kolay değil. Bir defa ciddi kısıtları var. Söz gelimi gelir garantili yatırımlara dokunması mümkün değil. Belli holdinglerin yararlandığı vergi aflarına dokunması mümkün değil. Kamuda tasarruf adı altında açıkladığı politikaları tam olarak uygulaması da mümkün değil.
Bunlar bir yana, IMF’nin programı uygulansa oradan borç para alınacaktı. Şimdi o parayı da kendimiz bulmak zorundayız. Mehmet Şimşek göreve geldiğinde uluslararası finans çevreleriyle ilişkileri dolayısıyla ülkeye döviz getirip bütçeyi rahatlatması bekleniyordu. O ilk aylarda Avrupa’dan Amerika’ya, Hindistan’dan Çin’e her yeri gezdi, her yerden para bulmaya çalıştı Hazine Bakanı. Ama aradığını bulamadı. Son olarak her zaman olduğu gibi Körfez monarşilerine baş vuruldu. Oradan da boş dönüldü.
Şimdi kendi hazırladığımız bir IMF programı var elimizde. Ama para yok. Sadece tasarruf ve kemer sıkma kısmıyla idare etmek zorundayız. Elini taşın altına koyması gerekenler de son dönemde uygulanan ekonomi politikaları sonucunda yoksullaşan kesimler. Buna karşılık ekonomi batarken yükünü doğrultanlar, cebini dolduranlar yine düzenlerini sürdürüyorlar.
Baksanıza, “enflasyonla mücadeleye zarar verir” gerekçesiyle asgari ücrete zam yapılmıyor ama konutlarda kullanılan elektriğe yüzde 38 zam yapılabiliyor. Kuryelerin bahşişinden vergi almanın hesabı yapılıyor ama -Prof. Uğur Emek’in tespit ettiğine göre- hazine garantili müteahhitlerin yüzde 37’si tek kuruş vergi vermeyebiliyor.
Çalışan kesimin üçte ikisinin maaşının açlık sınırının altında kaldığı bu ülkede Hazine Bakanımız “Bizdeki asgari ücret yüksek” diye konuşabiliyor.
IMF olsa bu kadarını yapmayabilirdi derken bunu kastediyorum.