Osmanlıların ve genel olarak İslam toplumlarının Avrupa’nın siyasi-iktisadi-kültürel üstünlüğü karşısında rekabet edemez hale geldikleri ve bu zillet halinden kurtulmaya yönelik olarak ortaya atılan çözüm yollarının sınırlı ve süreli başarılar yanında başka yeni sorunlar ürettiği bir ortamda doğdu İslamcılık. Bu detayın altını çizmek zorundayız. Kapitalist üretim modeli sayesinde verimlilikleri artan, doğa bilimleri alanında gerçekleşen ilerlemeler sayesinde sanayi devrimini yapan ve bunlar sayesinde gelişen askeri gücüyle sömürgeleştirdiği ülkelerin kaynaklarına el koymuş olan batılı rakiplerle mücadelenin sürdürmesi her geçen gün daha da zorlaşıyordu.
Ancak Osmanlı elitleri olup biteni seyretmekle yetiniyor değillerdi. Onlar da bir çare arıyorlardı bu duruma. İlk akla gelen çareler okullaşmaydı, sanayileşmeydi, ordunun modernizasyonuydu vs. vs. Ama bunların tek başına işe yaramayacağı, daha doğrusu bunların işe yaraması için önce devletin işleyiş şeklinin yenilenmesi gerektiği görülünce bu sefer Tanzimat, Meşrutiyet, anayasal yönetim, eşit vatandaşlık vs gibi çareler gündeme geldi.
Bunlar da işe yaramadı diyemeyiz ama imparatorluğu eski heybetli günlerine döndürmeye değil, olsa olsa ömrünü biraz daha uzatmaya yaradı. Çünkü Avrupa’nın, daha doğrusu öncelikle Batı Avrupa ülkelerinin tecrübe ettiği modernleşme süreçleri Osmanlı coğrafyasında yaşanmadığı –veya buradaki sosyoekonomik yapının özgül dinamikleri tarafından üretilmiş olmadığı- için “alelacele modernleşme” çabası içinde Türk toplumuna adapte edilmek istenen kurumların ve değerlerin bu topraklarda yeşerip kök salması kolay değildi. (Haddizatında benzer sorunlar Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya için de geçerliydi.)
Avrupa toplumlarında meydana gelen sosyal, siyasi ve iktisadi değişimlerin hiçbiri devleti ayakta tutmak amacıyla veya başka herhangi bir amaç adına ihtiyaç duyulduğu için ve bilerek, isteyerek gerçekleştirilmiş değildir. Sosyal hadiselerin kendi doğal akışı içinde meydana gelmiş olan süreçlerden söz ediyoruz Avrupa’daki köklü değişimleri anlatırken...
Osmanlı seçkinleri ise kendi toplumlarındaki doğal akışın yönünü değiştirmeye ihtiyaç olduğunu düşündükleri için ülkedeki sosyal ve siyasi düzeni yenilemek istiyorlardı. Bunun için Batı Avrupa toplumlarının kurumlarını örnek almak yanlış bir fikir değildi ama bu yolla Osmanlı toplumunu Batı Avrupa’nın sosyo-ekonomik seviyesine ulaştırmanın imkânsızlığını göremiyorlardı.
***
Modernleşme hamlelerinin sınırlı ve süreli başarılar yanında başka yeni sorunlar ürettiği bir ortamda doğdu İslamcılık demiştik... Bu süreçte Tanzimat devri önemli bir dönemeç. Tanzimat radikal bir reform hareketiydi. Kanun hakimiyeti, insan hakları, birey özgürlüğü ve hukuk alanının laikleşmesi yönünde cesur bir atılım… Yönetenle yönetilenler arasında yeni bir sözleşme taslağı… Şinasi, Tanzimat’ın mimarı Reşit Paşa’ya “Bildirir haddini Sultan’a senin kânunun” diye seslenirken bunu ifade ediyordu.
Ancak bir süre sonra Şinasi’nin öğrencileri Reşit Paşa’nın öğrencilerine isyan edeceklerdi. Çünkü vatan şairi Namık Kemal ile Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi arkadaşlarına göre, Âli ve Fuat paşalar, kanun hakimiyetinin yerine bürokrasinin hakimiyetini getirmişler, “paşalar diktatoryası” kurmuşlardır… Islahat Fermanı başta olmak üzere reform adına atılan adımlar milli menfaatlerin aleyhine sonuçlar vermiş, Avrupa devletlerinin baskılarıyla gayrımüslimlere tanınan haklar Müslüman ahaliyi ikinci sınıf vatandaş durumuna düşürmüştür…
Bununla birlikte Yeni Osmanlılar grubunu dönemin muhafazakâr zümreleriyle aynı bakış açısına sahip zannetmemek lazım. Tanzimat’ın gerekli ve doğru bir girişim olduğunu ama Avrupa kurumlarının taklidi esas alındığı için ve tatbikatındaki sapmalar yüzünden derde deva olamadığını düşünen Namık Kemal ve arkadaşları siyasi sistemin reforme edilmesinden, anayasal bir yönetimden, parlamenter rejimden, kuvvetler ayrılığı prensibinden ve toplumsal modernleşmeden yanadırlar. Ancak bunun İslami değerlere dayalı olarak gerçekleştirilmesini isterler. Halk egemenliği ve demokratik yönetim sistemini, “usûl-i meşveret” prensibini, hürriyet idealini, kanun hakimiyeti fikrini “Asr-ı Saadet”teki örnek uygulamalara dayandırırlar.
Türk muhafazakarlığının temel önermesi olan “Batının bilim ve teknolojisini alalım ama kendi kimliğimizi koruyalım” fikrini ilk seslendirenler Yeni Osmanlılar’dır.
Türkçe siyaset literatürüne vatan, hürriyet gibi kavramları hediye etmiş olan Namık Kemal aynı zamanda “ittihad-ı İslâm” terimini de ilk defa kullanan kişidir.
Bu bakımdan Yeni Osmanlılar hareketinin mensuplarını II. Meşrutiyet devrinde kendisini gösterecek olan İslamcılık akımının hazırlayıcıları ve öncüleri olarak tanımlamak yanlış olmaz. Bu devrin hem Türkçü hem de İslamcı aydınlarında en fazla heyecan uyandıran iki isimden biri Namık Kemal’dir. Diğeri Cemaleddin Afgani…