Siyaset bilimcilerin “bayrak altında toplanma etkisi” (rally around the flag effect) adını verdikleri bir tutum vardır toplumlarda. Buna göre bir ülkede yaşanan büyük çaplı krizler halkın çoğunluğunu -siyasi rezervlerini unutup- mevcut yönetimi belirli bir süre için desteklemeye yöneltir. Ayrışma zamanı değil bir olma zamanıdır. Ayrıca dere geçilirken at değiştirilmez diye düşünülür.
Her ne kadar siyaset bilimciler bu etkiyi savaş başta olmak üzere uluslararası krizlerle sınırlı tutma yanlısı olsa da son zamanlarda daha geniş bir zeminde ele alınıyor kavram. Terör eylemleri, salgınlar ve doğal afetler gibi toplumun bütününü etkileyecek büyüklükte ve ancak devletin bütün kurumlarıyla seferber olup altından kalkabileceği ciddiyette bir problemin ortaya çıkması durumunda baştaki hükümete desteğin arttığı görülüyor çünkü.
Burada söz konusu olan nihayet geçici bir destek de olsa siyasi iktidarlar için önemi büyük olabiliyor.
Bilhassa seçim dönemlerinde. Nitekim dünyada bunun örnekleri görüldü.
Türkiye’de de yaşanan büyük deprem faciasının ardından bunun bayrak altında toplanma etkisine yol açıp açmayacağına dair tartışmalar yapılmaya başlandığı görülüyor.
Madem artık açık açık depremin muhtemel siyasi etkilerinden bahsedilmeye başlandı, madem seçimin ertelenmesi arayışlarına girildi, madem bundan ümit kesilince de “Deprem konutları inşaatını tamamlamak için en az bir yıl süre” talebinde bulunuldu… O zaman afet sürecinin yönetilmesinde hangi siyasi saiklerin etkili olduğunu konuşmakta fazla beis kalmadı.
Biz, Türk toplumu olarak, “bayrak altında toplanma” duygusunu birçok kere tecrübe ettik aslında. Kıbrıs harekâtından PKK terörünün en şiddetli olduğu dönemlere kadar. Son olarak FETÖ’nün devleti ele geçirmek için halkın oyuyla seçilmiş iktidarı yıkma girişiminde -her türlü mülahazayı kenarda bırakıp- Tayyip Erdoğan yönetiminin yanında yer aldık.
FETÖ’nün 17-25 Aralık “yargı darbesi” girişimine milletin gösterdiği tepki 2014’te Erdoğan’ın yeniden seçilmesine ciddi bir katkı sağladı. 15 Temmuz 2016’daki kanlı darbe kalkışmasının yarattığı büyük öfke ise 2017 referandumunda ve 2018 seçiminde aynı işlevi gördü. Keza uluslararası bir afet olan covid pandemisi sürecinde -kısa bir süre de olsa- iktidara yönelik desteğin (daha doğrusu görev onayının) artmış olduğu anket sonuçlarına yansıdı.
Anlaşılan o ki yaşadığımız büyük deprem felaketinin de bu şekilde toplumda kenetlenme ve “bayrak altında toplanma” duygusu uyandırarak ülke yönetiminden sorumlu olan kadroya desteği artıracağı var sayılmıştı. Bunun için işin sahibi olarak “hükümet” yerine “devlet” gösteriliyordu. Mesele siyasi değil milli bir meseleydi. Hükümeti eleştirenler devlete düşmanlık ediyordu.
Bu yaklaşım fazlaca kabul görmedi. Çünkü özellikle ilk iki gün boyunca ilgili kurumlarının afet bölgesinde görünmeyişlerine yönelik tepkiler bütün dengeleri bozdu. Arama kurtarma hizmetlerini layıkıyla gerçekleştiremeyen, koordinasyon sağlayamayan, yardımların ulaştırılmasında sivil kuruluşların gerisinde kalan hükümetin aynı zamanda seçim dönemlerinde çıkardığı imar aflarıyla tablonun kötüleşmesinde pay sahibi olduğu da konuşulmaya başlandı.
Siyasi iktidar buna karşı ilk önce her zamanki gibi “algı yönetimi” yoluyla “sorunun çözülmesine” çalıştı. Sergilenen acziyetin büyüklüğünü örtmeye yönelik olarak “Bu sıradan bir deprem değil, dünyada benzeri görülmemiş büyük bir afet. Hiçbir hükümet böyle bir yıkım karşısında bir şey yapamaz” savunmasına girişildi. Bu doğrultuda internet mecralarında yayına sürülen propaganda filmleri bile hazırlandı. Bir yandan da “Kader planı” denilerek fani insanların böylesi bir faciada sorumluluğunun olamayacağına halk “itikadi bakımdan” ikna edilmeye çalışıldı. Bu da tepki gördü.
Her halükârda enkaz altındaki insanların sağ olarak çıkarılabilmesi için en kritik önemdeki ilk 48 saatin üstünün örtülmesi gerekiyordu. Ama bu yoldaki aşikâr çabalar, özellikle arama kurtarma faaliyetlerinde iletişim kanalı olarak hayati bir rol oynayan Twitter’ı kapatmak büyük bir öfke doğurdu. Buna karşı iktidar da öfkeli görünmek zorunluluğu hissediyordu, nedense.
“İlk iki gün asker, polis niye yoktu? Arama kurtarma deneyimine sahip madencilerin bütün ısrarlara rağmen bölgeye gitmesine niye izin verilmedi? Yabancı ekipler niye havaalanlarında bekletildi?” gibi sorulara karşılık olarak “Adiler, şerefsizler, alçaklar, vatan hainleri…” şeklinde cevaplar verildi.
Bu tansiyonu yükseltme taktiği de ters tepince bu sefer standart propaganda yöntemleri yeniden devreye sokuldu. “Depremin ilk birkaç günü” konusunda bildiklerimizi tersine çevirme girişiminde bulunulacaktı. Gördüklerimizin, duyduklarımızın, bildiklerimizin hatta yaşadıklarımızın aslında görüldüğü gibi olmadığı anlatılmaya çalışıldı. Deprem saatinden itibaren devletin bütün kurumlarının “Cumhurbaşkanımızın talimatıyla” derhal harekete geçtikleri, beşinci dakikada falan bakanlığın, onuncu dakikada filan kuruluşun işlerinin başında olduğu anlatıldı.
Ancak, bırakın deprem bölgesindeki insanları, TV başında olup bitenleri izlemeye çalışanlar bile durumun öyle olmadığını çoktan fark etmişlerdi. Tabiri caizse ilk raundun kaybedildiği anlaşıldı. Arama kurtarma ve acil müdahale alanında hükümet çok acı bir şekilde başarısız olmuştu.
Erdoğan da bunu üç hafta sonra itiraf etmek zorunda kaldı. Gayet akıllıca bir siyasi manevraydı bu. Ama Erdoğan gibi kişisel karizmasını en önemli siyaset aseti olarak kullanan biri için zor bir karardı. Başka çare olmadığını görünce mecburen taktik değiştirdi. Çünkü artık akıntıya karşı yüzmek, herkesin var dediği soruna yok demek, kendi suçunu başkasının üstüne atmaya çalışmak sürdürülebilir bir siyaset olmaktan çıkmıştı. Çünkü mızrak çuvala sığmamıştı.
“İlk birkaç gün arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik” diyerek vatandaştan helallik istenmesinden anlıyoruz ki şimdi önümüzdeki raunda bakacağız. Bu rauntta seçim propagandası çalışmaları esas olarak “Şehirleri yeniden inşa edeceğiz. Evi yıkılanlara ev vereceğiz, herkese nakit para yardımı yapacağız” vaatleriyle devam edecek gibi görünüyor.
Ancak artık inşaat yapıp para dağıtma vaatleri aşamasına geçilmiş olması “bayrak altında toplanma” hedefinin gerçekleşmediğinin ve gerçekleşmeyeceğinin de ifadesi.