En azından birkaç ay daha şimdiki hükümet yönetecek ülkeyi. Ama bugünkü savrukluğuyla, telaşıyla, ne yapacağını bilemez haliyle, her gün birileriyle kavga ederek, boyuna suçlayacak bir günah keçisi arayarak nasıl yönetecek?
Biraz sakinleşmesi lazım. Ekonomi zaten kötü, tarım battı, sağlık sistemi işlemiyor, eğitim sizlere ömür, dış politika her gün yeni riskler üretiyor… Yetmezmiş gibi büyük bir deprem şehirlerimizi yıktı, on binlerce insanımızı elimizden aldı ve hem insani hem siyasi hem de ekonomik olarak ciddi bir fatura çıkardı bize.
Bu ortamda hiçbir şey olmamış gibi eski alışkanlıkları sürdürmek kadar yanlış bir tutum olamaz. İktidar maalesef bu yanlışı yapmaktan geri durmuyor. Her gün bir kavga konusu buluyor, yel değirmenleriyle savaşan Donkişot gibi habire bir yerlere karşı kılıç sallıyor, milletin feryadına sebep olan sorunları ise “inkâr ederek” ortadan kaldırdığını düşünüyor.
Böyle olmaz. Bugüne kadar olmadı, şimdi de olmaz. Biraz sakinleşmesi lazım.
Hem ülkeye zarar veriyor bu tutum hem de kendisine. Bizi düşünmese bile hiç değilse seçim sürecinde siyaseten kendisine zarar verdiğini görüp yaklaşımını değiştirse. Biraz sakinleşse.
Sorunlar çok ağır. Her geçen gün de daha fazla ağırlaşıyor. Ne yokmuş gibi davranarak ne de sorumluluğu başkalarının üstüne atarak sorunların altından kalkamayacağını artık anlamalı. Olay algıdan ibaret değil. Algıları yöneterek meseleye vaziyet edilemez artık. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda.
***
İktidarın bu süreçte her şeyden önce seçimi kazanıp kazanamayacağını düşünmesi doğal tabii. Ama seçmenine gerçekleri kabullendiğini göstererek bir şeyler söylemek zorunda olduğunu da anlamalı.
Twitter’ı kapatarak, Ekşi Sözlüğü yasaklayarak, TV kanalları üzerindeki baskısını artırarak, trol faaliyetlerini ikiye katlayarak bildiği tek siyaset yapma yöntemi olan algı yönetiminin önünü açmanın artık imkânsız olduğunu kabullenmeli.
Bağırıp çağırarak, önüne geleni tehdit ederek toplumun sesini kısmak çözüm değil. “Çadır niye yok” diyen depremzedenin derdini “Çadır yok diyen vatan hainidir” diye bağırarak çözemezsin.
Depremin ilk iki günündeki gecikmeyi, ihmali, hazırlıksızlığı, koordinasyon eksikliğini gündeme getirenleri tehditle, korkutmayla susturamazsın. O zaman stadyumlarda slogan da atılır, başka şey de yapılır. Stadyumlarda ilk defa siyasi slogan atılıyor da değil üstelik.
Buna karşı maçları seyircisiz oynatmak gibi akıl dışı “çareler” aramak veya bazı kulüplere üslupsuz açıklamalar yaptırmak yerine gerçeklerle yüzleşip halkın karşısına gerçeğe dayalı siyasi mesajlarla çıkmak gerekir.
***
Tam da bu noktada -deprem felaketinin üzerinden üç hafta geçtikten sonra da olsa- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İlk birkaç gün arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik” şeklinde bir itirafta bulunarak bunun için vatandaştan “helallik” talep etmesi olumlu bir işaret.
Ne var ki, bildiğiniz gibi, aslında burada yeni olan helallik talebi. “İlk birkaç gün” konusunda daha önce de -fazla vurgulu olmamakla birlikte- özeleştiri mahiyetinde bir açıklaması olmuştu Erdoğan’ın. Ancak ondan sonra da iktidarın dili değişmedi; “ilk birkaç gün” konusunu açan herkese çok ağır suçlamalar, hakaretler, hatta sövgüler aynı hızla devam etti.
Bakalım, bu sefer nasıl olacak?
Hükümet sahiden sakinleşebilecek mi?
Daha doğrusu, bunu yapabilir mi? Gerçeklerle yüzleşip ülkenin gerçeklerini esas alıp ayağı yere basan bir siyasetle, yalnızca depremzede vatandaşlara değil, 85 milyona yeniden makul bir gelecek projesi sunması gerektiğini kabullenebilir mi?
Hatalarını inkâr etmeden, sorunları yok saymadan, demagojiye sapmadan inandırıcı bir çözüm yolu önermek zorunda olduğunu, siyasetin özellikle bugün bunu icap ettirdiğini fark edebilir mi?
Bütün bunları yapsa bile vatandaşı ikna etmesinin zor olduğunu da görerek muhtemel bir iktidar değişikliğine şimdiden hazır olmak zorunluluğunu hissedip bunun sorumluluğunu üstlenebilir mi?
Millette huzur bırakmayan bir siyaset etme tarzının kendisi için de siyaseten olumlu bir sonuç doğurmasının imkânsız olduğunu artık anlayabilir mi?
Galiba bütün bu soruların cevabını hepimiz biliyoruz.