Yargı gücünün bağımsız ve tarafsız olmadığı bir ülkede devlet yok demektir. Yalnızca kuvvetler ayrılığının temel prensip olarak benimsendiği modern dönemde değil, tarihte düzgün işleyen devlet makinasına sahip her yerde. Roma’da da Osmanlı’da da yargı gücü yürütme gücünden bağımsızdı. Bu bağımsızlık bugünkü şekliyle kesin kurallara bağlanmış olmasa da bağımsızdı.
Osmanlı sisteminde yargı gücü ilmiye sınıfının inhisarındaydı. İlmiye sınıfının da yetki alanı titizlikle ayrılmıştı. Seyfiye (ordu) veya kalemiye (bürokrasi) sınıfları ilmiyenin yetkisi altındaki yargı ve eğitim alanlarına karışamazdı.
Yargı yetkisi klasik monarşilerin tamamında olduğu gibi devletin başı olan padişah adına kullanılıyordu elbette ama teoride bile olsa padişahın yargılama süreçlerine müdahalesi meşru görülmüyordu. Bu bakımdan yargı sisteminin padişahın gücünü sınırlayan bir işlevi olduğunu söylemek bile mümkündür.
Yargı bürokrasisi merkezde ilmiye sınıfının uhdesinde ve devletin diğer organlarından bağımsız olduğu gibi, kadılar da görev yaptıkları yerlerdeki yerel idari otoriteden bağımsız şekilde faaliyet göstermekteydiler.
Modernleşme tarihimizin kilit taşlarından Tanzimat’ın getirdiği kazanımlardan biri de halkın (aslında daha çok yönetici zümrenin) can ve mal güvenliğinin hukuk korumasına alınmasıydı. Ancak her şeyden önce merkezi yönetimi güçlendirmenin hedeflendiği bu dönemde paradoksal biçimde -artık etkisi azalan ilmiye sınıfının uhdesinden de çıkmış bulunan- yargı gücünün klasik dönemdeki nispi bağımsızlığı neredeyse ortadan kalkmıştı. İkinci Meşrutiyet devrinde yeniden onarılmaya çalışılan sistem sonraki yıllarda hassas siyasi şartlar dolayısıyla yargının bağımsızlığı konusunda maalesef fazla bir ilerleme gösteremedi.
Ancak büyük ölçüde 1961 anayasası ile siyasi gücün hukuki denetimini sağlayacak kurumsal yapılar oluşturulmuş ve bir anayasa mahkemesi ihdas edilerek yargının bağımsızlığı yürütme karşısında güvence altına alınmaya çalışılmıştır.
Ne var ki siyasi ve sosyal dalgalanmaların hiç durmadığı sonraki yıllarda yargının zaman zaman oligarşik unsurların müdahalelerine maruz kalması gibi problemler eksik olmadı.
AK Parti hükümetlerinin ilk döneminde, özellikle 90’lı yıllardan miras kalan “yüksek yargının siyasallaşması” sorununun tezahürü olarak iktidar partisine yönelik kapatma davaları türünden çarpık yaklaşımlar siyaset kurumunu birtakım arayışlara yöneltti.
2010’daki anayasa referandumuyla özellikle HSYK’nın ve belirli yüksek yargı organlarının yapılarında ciddi değişiklikler gerçekleştirilerek yargıdaki ideolojik kadrolaşmanın önüne geçilmesi hedeflenmişti. Ancak demokrat kamuoyunun geniş desteğini alan bu reform hamlesinin hiç kimsenin arzu etmediği bir sonuca yol açtığı bilahare fark edildi.
FETÖ’cüler, kuşkusuz siyasi iktidarın desteğiyle, HSYK’yı ele geçirdi ve Fetullahçı yargıçların kontrolüne verilen Özel Yetkili Mahkemeler ülkede bir “yargı terörü” estirmeye başladı.
Yargı tamamen “bağımsız” hale gelmişti; kimsenin lafını dinlemiyordu çünkü! Ama lideri ABD’de ikamet eden bir çeteye bağımlıydı. Türkiye bu “bağımsız” yargının elinde giderek bir jüristokrasiye doğru gidiyordu. Zamanında kendilerine yapılan uyarılara kulak asmak istemeyen iktidar sahipleri, ideolojik yargıdan kurtulmak isterken çok daha tehlikeli bir Frankenstein yarattıklarını anladıklarında çok geç olmuştu.
17-25 Aralıktaki “yargı darbesi” girişiminin ardından ise siyasi iktidar, diğer kesimlerin yardım ve desteğiyle zor bela tasfiye ettiği Fetullahçı yargıçların yöntemlerini bu kez kendisi uygulayarak yargının siyasallaşmasını tamamladı! Yargı Fetullahçı örgütün elinden kurtuldu ama olması gerektiği şekilde bağımsız ve tarafsız olma özelliğine de kavuşamadı. Tam aksine siyasi tarihimiz boyunca hiç görülmemiş ölçüde bağımsızlık vasfından uzaklaştı.
Açık konuşalım, Türkiye’de bugün yargı bağımsız ve tarafsız değil. Hukukun üstünlüğü ilkesi kâğıt üzerinde var, fiiliyatta yok.
Anayasa Mahkemesinin siyasi iktidarı rahatsız eden kararlarını uygulamayı reddeden alt dereceli mahkemeler gördük bu dönemde. Daha ne olsun!
YSK’nın kararlarına bakın: İstanbul belediye seçiminde iktidarın adayı sandıktan çıkamayınca “Hiçbir şey olmadıysa da kesinlikle bir şey oldu” itirazını kabul edip seçimi iptal etti. Üstelik aynı zarftan çıkan ilçe belediye başkanlığı ve meclis üyeliği oylarını geçerli, Büyükşehir belediye başkanlığı için kullanılan oyları geçersiz sayarak.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve bakanların milletvekili adaylığı için anayasa gereğince memuriyetten istifa etmeleri lazımdı. YSK buna lüzum görmedi. Erdoğan’ın üçüncü kere değil, ilk defa aday olduğu görüşünü kolaylıkla kabul ettiği gibi!
Örnekler çok maalesef… Daha önce de yazdım: Türkiye’deki hukuk probleminin ne olduğu belli. Kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması sonucunda yargı düzeninin siyasallaşması… Siyasi iktidara bağlı bir yargı mekanizmasının devreye girmesi… “Kanun önünde eşitlik” ilkesinin fiilen uygulamadan kaldırılması… Yargı kararlarının öngörülebilirliğinin kaybolması…
Yargının siyasallaşmasının sembolü olan bazı isimler ve hadiseler var bir de. Haklarında “her ne olursa olsun hapishaneden çıkartılmamaları” yolunda özel talimat verilmiş olduğu anlaşılan kişiler var.
Bunlardan biri için bir mahkemeden beraat ve tahliye kararı çıkarsa anında başka bir mahkeme başka bir dosyadan -bazen de aynı dosyadan- tutuklama kararı çıkartıyor.
Buna karşılık, kimi muhalif siyasetçileri ve gazetecileri hedef alan saldırılar konusunda yargı süreçlerinin nasıl işlediği ortada.
Özellikle başkanlık rejimine geçildikten sonra iyice çığırından çıkan yönetim zafiyetinin ekonomi alanında ortaya çıkardığı fatura gerçekten inanılmaz. Devlet kurumlarının işlevsizleştirilmesi, yönetimin şahsileştirilmesi, liyakat kriterinin yerini sadakatin alması vs… bunların hepsi ciddi sorunlar. Sağlık sisteminin geldiği yer ortada… Tarımdaki halimiz ortada… Dış politikada hasar tablosu ortada….
Yolsuzluklar ortada… Ancak devletin temel işlevleri olan “güvenlik ve adalet temini” sahasında sorumluluk taşıyan kurumların çürüme alameti göstermeleri hepsinden daha büyük bir felaketin habercisi.
Başka hiçbir problem olmasa bile yalnızca bunun için mevcut düzenin değişmesi gerekir.