Vefatı üzerine her kesimden bütün siyasetçilerin başsağlığı mesajı yayımlamakta yarıştıkları, hatta bazılarının bu seçim sürecinin yoğunluğa rağmen cenaze namazında saf tutmaya koştukları Semavi Eyice Hoca aslında ne yazık ki sağlığında devletlulardan, özellikle de muhafazakâr kesimin siyasetçilerinden hak ettiği saygıyı görmüş değildi. Bu konuda çok acı hatıralarımız var.
Gazeteci arkadaşım Selim Efe Erdem’in hazırladığı ve 2014’te yayınlanan “İstanbul’un Yaşayan Efsanesi: Semavi Eyice Kitabı”nda yer alan bir yazımda bu hususa dikkat çekmeye çalışmıştım. Semavi Hoca’yı en fazla üzdüğünü bildiğimiz iki saygısızlık örneğini de hatırlatmıştım o yazıda. İlki 12 Eylül’ün askeri yönetimince, ikincisi muhafazakâr-dindar bir sivil siyasetçi tarafından işlenmiş iki büyük cinayet.
Bu ikinci olayın failini dün Fatih Camii’ndeki cenaze namazında tabutun önünde saf tutup el bağlamış görünce ne diyeceğimi bilemedim.
Söyleyecek şey bulamadığım için de yukarıda sözünü ettiğim kitapta yer alan yazının ilgili bölümünü aktarıyorum:
Semavi Eyice’nin bunca kişisel fedakârlıklarla bedelini ödeyerek ortaya koyduğu eserleri ve şahsiyeti her zaman entelektüel çevrelerde büyük saygı ve itibar görmüş olmakla birlikte hasbelkader devlet kurumlarını yönetme şansı bulmuş bazı kişilerin zaman zaman Hoca’ya reva gördükleri saygısızlık ve vefasızlık da hepimizin içini acıtan olaylardır. Bunları anmak belki tatsız bir iş ama anmazsak da olmaz.
Alman Arkeoloji Enstitüleri asli üyesi seçilen, Belçika Krallık Akademisi’ne üye kabul edilen, Fransız Hükümeti’nden Légion d’Honneur Nişanı alan dünya çapındaki bilim adamımızın 12 Eylül döneminde -Ekrem Akurgal, Halil İnalcık gibi isimlerle birlikte- Türk Tarih Kurumu üyeliğinden çıkarılması, sonra üyeliği iade edilip bir süre sonra –neden çıkarıldığını sorguladığı için- tekrar çıkarılması unutulmaması ve unutturulmaması gereken bir ayıptır.
Semavi Bey 2011’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kendisine tevdi edilen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü bu yüzden buruk bir mutlulukla kabul etmiş, ödül töreninde yaptığı konuşmada kendisinin Türk Tarihi Kurumu üyeliğinden iki kere çıkarılan tek tarihçi olduğunu söyleyerek şaka yollu da olsa devlete karşı sitemlerini ifade etmekten geri durmamıştı.
***
Türk Tarih Kurumu üyeliğiyle ilgili skandaldan daha can sıkıcı bir olay da bu devletin Kültür Bakanı tarafından kendisine reva görülen muameleydi. Dönemin bakanı, hatırladıkça kendim yapmış gibi utandığım bir saygısızlığa imza atarak, “Taksim’e cami” projesine ilişkin bazı itirazlarından dolayı Hoca’yı Anıtlar Kurulu’ndaki görevinden uzaklaştırmış ve üstüne üstlük “bu yaşına gelmiş, alnı secde görmemiş… Kapının önüne koydum” gibi son derece çiğ bir hakaret cümlesini sarf etme hakkını kendinde bulabilmişti…
Oysa Hoca’nın itirazı, o günlerde “Taksime cami istemiyoruz” kampanyası yapan militan laikler gibi, cami yapılmasına değil, bunun tarihî Maksem’in yıkılarak yapılmak istenmesineydi.
Semavi Hoca’nın camiler konusundaki hassasiyetinin hangi merkezde olduğunu anlamak isteyenler için bir okuma parçası sunuyorum:
“Birkaç eseri de yıkılmaktan son anda kurtardım. Ona da gönlüm biraz rahatlıyor. Tacizade Cafer Çelebi’nin Patrikhane’nin üstünde, tam ensesindeki cami. 4 duvar kalmış. İçinde de gecekondular var. Minaresi yarıya kadar yıkılmış duruyordu. Epey bir mücadele ettim. Vakıflar Müdürü sağolsun anlayışlıydı. En sonunda gecekonduları ayıklayıp camiyi restore ettirmeye muvaffak olduk. Şimdi içinde namaz kılınıyor. İzzet-i nefsimize aykırı. Patrikhane’yi karşıdan gösteriyorlar, kafanı kaldırıyorsun minaresi yıkık bir cami. Bir de Fatih Cami’nin arkasında Hafız Ahmet Paşa Cami. O cami İstanbul yangınında yanmıştı. Belediye yeni parselasyonda o camiyi feda etmiş. Sakarya vilayetine bir öğrenci yurdu yapılması için satmış. Anıtlar Kurulu’na geldi konu. Belediye burada metruk bir harabe var demiş. Konuyu fazla uzatmayalım ne de olsa hayır işi dediler. Burada Hafız Ahmet Camii ve Medresesi var diye itiraz ettim. İnanmadılar. Belediye burada bir şey yok diyor dediler. Gidip bakın dedim. Sakarya Valisi ve yanındakiler gittiler. Döndüklerinde vali gördüklerine inanamıyordu. Cami Vakıflar’a devredildi, restorasyonu yapıldı. Şimdi namaza açık vaziyette. Daha birçok eserde katkım oldu.” (“Bana Tarihi Eser Muamelesi Yapıyorlar”, röportaj: Emeti Saruhan, Yeni Şafak, 12 Şubat 2011)
***
Bir toplumun medeni sayılabilmesi için ortak değerlerine sahip çıkabilme kültürü geliştirebilmiş olması gerekir. Ama ortak değerler sadece Semavi Hoca’nın ve diğer meslektaşlarının araştırma nesnesi olan fiziksel yapılardan ibaret değil. Bir toplumun kendi içinden yetişen sanatçısına ve bilginine de sahip çıkması gerekir. Semavi Eyice de öyle bir değerimizdir.