Ülke yönetiminde uzunca bir zamandır işler iyi gitmiyor maalesef. Ekonomide, dış politikada, eğitimde, sağlıkta… Her alanda neredeyse her şey giderek daha kötüye gidiyor. Sorunlar çözülemiyor, aksine yeni sorunlar üretiliyor. Dolayısıyla iktidar partilerinin oyları doğal olarak giderek eriyor. Bu tabloya bakarak “Bugünkü iktidarın önümüzdeki seçimi kazanma şansının kalmadığına” ilişkin yaygın görüşü ben de paylaşıyorum ve son zamanlarda bu tespiti yeri geldikçe tekrarlıyorum. Ancak her seferinde “Muhalefet cephesi çok büyük bir hata yapmazsa” kaydını düşerek.
İktidar cephesinde “her şeye rağmen” muhafaza edilen iyimserlik de büyük ölçüde böylesi büyük bir hatanın er ya da geç işleneceği beklentisine dayanıyor zaten. Altılı masada liderler seviyesinde tesis edilen uyumun parti teşkilatlarına ve tabana doğru gidildikçe zayıflayıp bir noktada kopacağı öngörüsü iktidarın ümitlerini ayakta tutuyor.
Haddizatında kötü yönetimin yol açtığı enflasyon, zamlar, geçim sıkıntısı gibi sorunların en üst perdeden sürdürülen “kimlik siyaseti” karşısında beklendiği ölçüde etkili görünmüyor olması bu ümitleri arttırıyor. Dolayısıyla iktidar kanadı kültürel ve ideolojik ayrışmaların gündeme gelmesi durumunda muhalefet cephesinde bir çatlak oluşabileceği beklentisine uygun bir siyaset izliyor.
Malum, Türk toplumunda belirli kültürel ve ideolojik fay hatları siyasi ayrışmaları tetikleme gücüne sahip. Özelikle iki konu her an patlamaya hazır bomba gibi: Din ve laiklik tartışmaları bir, terör ve bölücülük meselesi iki.
Bugünkü iktidar cephesinin elinde kalan yegâne siyaset anahtarı durumundaki konsolidasyon stratejisi bakımından da söz konusu fay hatları titizlikle üzerinde durulan ve hatta üzerinde çalışılan, hakkında hesaplar yapılan konular. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan milliyetçi ve mütedeyyin kitlenin “her ne olursa olsun” iktidarın yanında tutulması -veya hiç değilse muhalefete uzak durması- için rasyonel olmaktan ziyade duygusal etkileri olan birtakım yollara baş vuruluyor.
Ne var ki kötü yönetimin ve gitgide artan sıkıntıların iktidar partisinden koparıp uzaklaştırmış olduğu seçmeni yalnızca hamasetle geri kazanmak pek kolay olmasa gerek. Zaten muhalefet de durumun ve “tehlikenin” farkında görünüyor epeydir. Dini ve milli değerlerin mızrakların ucuna takılıp karşısına getirilmesine fırsat vermemesi gerektiğinin bilincinde.
Öte yandan, milliyetçi ve mütedeyyin kitle açısından karşı kutbu oluşturan CHP de son zamanlarda epeyce değişti. Bir yandan, eski ideolojik dilini ve yaklaşımını yenileyerek toplumun bütün kesimlerine ulaşmaya çalışan, öbür yandan yine bu anlayış çerçevesinde tek başına değil muhalif güçlerle işbirliği içinde iktidar oyunu oynayan bir CHP var bugün karşımızda.
Mamafih siyasi partiler liderlerinden ibaret değil. Bilhassa ana muhalefet partisinin geniş bir “doğal çevresi” var. Bu çevrelerde bazen kraldan fazla kralcılık taslayan birileri parti yönetiminin titizlikle izlediği stratejileri berhava edecek tutumlar takınabiliyorlar. Son zamanlarda CHP medyasında öfkesinden mevcut siyasi aritmetiği bile gözü görmeyen birilerinin Altılı masanın “sağcı” üyelerini hedef alan “Bizim size ihtiyacımız yok” anlamındaki tehditleri gibi…
Bunların yol açtığı sıkıntı giderilmeye çalışılırken şimdi de CHP’nin eski yöneticilerinden Gürsel Tekin’in yaptığı açıklama geldi muhalefet cephesinin önüne. Bu talihsiz açıklamanın yol açtığı tartışma iktidarın beklemekte olduğu “büyük hata”nın kapısını açabilir mi? Epey zamandır muhalif seçmenin zihnine ekilmeye çalışılan kuşku tohumlarını yeşertir mi?
İktidarın eline büyük bir koz verildiği muhakkak olmakla birlikte bu yol kazasının iyi yönetilerek mevcut hasarın tamir edilmesi mümkün. Ancak problemin temelindeki zihniyet yerinde kaldığı sürece başka bir zaman aynı yerden yeni bir kırılma yaşanmayacağının garantisi yok.
Temel problem şu: Kimi muhalif aydınlar ve hatta bazı siyasetçiler HDP konusunda pratik zemini bulunmayan önerilerde bulunuyorlar öteden beri. “Yüzde on küsur oy almış bir parti nasıl iktidar denklemlerinin dışında tutulur” itirazından söz ediyorum. Sistemin dışında kalmanın bizzat bu partinin kendi tercihinin ve iradesinin sonucu olması gerçeği bir yana, ister katılın ister katılmayın, millet çoğunluğunun hassasiyetleri ve bu partiye ilişkin genel yaklaşımı ortada.
Muhalefet partilerinin HDP’yi de aralarına almaları gerektiği savunuluyor ama “Peki, niye hiçbir siyasi parti HDP ile yan yana görünmek istemiyor?” diye sormak nedense akıllara gelmiyor. Şunu unutmayalım: Bugün Türkiye’nin -kabaca rakamlarla- yüzde onu terörle mücadele adı altında devlet adına yapılan yanlışları unutmadığı için HDP’ye oy verirken geri kalan yüzde doksan da PKK’nın döktüğü kanı unutmadığı için bu partiye karşı mesafesini bir türlü kaybetmiyor. Bunun doğru bir yaklaşım olmadığını düşünebilirsiniz elbette. Ama halkın büyük çoğunluğu öyle düşünmediğine göre siyasi öngörülerinizi bu gerçeği gözeterek yapmak zorundasınız.
Peki, muhalefete yöneltilen “HDP oyları olmaksızın seçimi kazanamazsınız” uyarısının bir değeri yok mu? Her vatandaşın oyu değerlidir elbette ama iktidar partilerinin şimdiki oy oranı en iyimser tahminlere göre yüzde otuz beş ile kırk arasında. En iyimser öngörüyü esas alırsak dahi, bu durumda ancak ve ancak HDP tabanının sandıkta bütünüyle Cumhur İttifakına destek vermesi durumunda dengelerin değişmesi belki mümkün olabilir. Ama bu da yalnızca aritmetik olarak mümkün. Pratik siyasette böyle bir imkânın ve ihtimalin olmadığını söylemeye gerek yok. HDP seçmenini bugün Cumhur İttifakına oy vermeye yöneltmek pek kolay bir iş olmasa gerek.
Demek ki altılı masanın kaderini HDP tabanından oy alıp almaması değil, muhalefet cephesini parçalayabilecek bir siyasi deprem belirleyebilir. İktidar da bu ihtimal üzerine yapıyor bütün hesaplarını zaten.