İktidar kanadı cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu tercih etmesini “Millet İttifakının PKK ile işbirliği içinde olduğu” iddiasına dayanak yapıyor. Zaten ilk günden beri “Altılı Masa’nın yedinci ortağı” propagandasını bütün gücüyle ve bütün unsurlarıyla sürdürüyor. Buradan yola çıkarak da “Bize oy vermezseniz terör örgütüne oy vermiş olursunuz” diyor vatandaşa.
HDP’nin diğer bazı sol partilerle beraber “Emek ve Özgürlük İttifakı” içinde seçime girdiğini de gözlerden gizlemeye çalışarak Millet İttifakına oy verirsek HDP’ye oy vermiş olacağımızı söylüyor. Bu yüzden seçimlerin vatanseverler ile vatan hainleri arasında gerçekleşeceğine inanmamızı istiyor.
Millet İttifakını oluşturan partilerin bölücü terör konusundaki bilinen tutumlarını da yok sayıyor. “Bunlar iktidara gelirse terör örgütleri ülkemizi işgal edecek” şeklindeki akıl ve mantık dışı bir iddiayı seçim kampanyasının temel argümanı olarak kullanıyor. Aynı şekilde “Bunlar iktidara gelirse erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla, insanlar hayvanlarla evlenecek” iddiasını da sürekli gündemde tutuyor.
Kendi açısından doğru da yapıyor. Zira böylelikle seçim sürecinde ülkenin asıl meselelerinin gündeme gelmesine engel oluyor. Bu hükümet döneminde yaşanan ekonomik krizin, hayat pahalılığının, işsizliğin, artan yoksulluğun, ayyuka çıkan yolsuzlukların, hukuksuzlukların konuşulması önlenmiş oluyor. Pandemide vatandaşına maske veremeyen, orman yangınlarını söndüremeyen, depremde enkaz altında kalan insanları kurtarmak için harekete geçemeyen bir hükümet “Altılı Masa’nın yedinci üyesi PKK” diye ortaya bir laf atarak milletin aklını karıştırmak suretiyle koltuğunu koruma hesabı yapıyor.
Peki, öyleyse HDP niye cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nu destekliyor? Çünkü başka alternatifi yok. Seçim sathımailine girilirken Cumhur İttifakı ile karşılıklı yoklamalar yapıldı gerçi ama sonuç alınamadı.
Hatırlanacağı üzere, bazı HDP sözcüleri her iki ittifak ile de aynı mesafede olduklarını ve her ikisiyle de iş birliğinin eşit derecede mümkün olduğunu söyleyip durdular uzunca bir süre. Daha yakın bir zamanda HDP’nin cezaevindeki eski liderinin hastanedeki yakınlarını ziyaret etmesi için özel uçak ve helikopter tahsis edilmesi dikkat çekti. Öcalan ile görüşme trafiği ise malum.
HDP cenahının iktidar çevresinin getirdiği işbirliği önerilerine peşinen hayır cevabı vermemiş olması siyasetin doğası gereğidir. Keza AK Parti’nin HDP ile işbirliği arayışı içine girmesi de siyasetin realiteleri bakımından yadırganacak bir tutum değil.
Bu işbirliğinin iktidar partisi açısından da ciddi zorlukları olmakla beraber ileriye götürülemeyişi daha ziyade karşı tarafın isteksizliğinden kaynaklandı. Çünkü HDP tarafında AK Parti ile işbirliği seçeneğinin götürüsünün getirisinden fazla olacağı, çünkü parti tabanını bu işe ikna etmenin pek kolay olmayacağı görüldü.
Çünkü sanılanın aksine HDP seçmeni körü körüne oy kullanan bir kitle değil. Rasyonel gerekçelerle sandık tercihi yapıyorlar demek istemiyorum tabii. Türk toplumunun çoğunluğu gibi onlar da rasyonel olmaktan ziyade duygusal saiklerle oy veriyorlar. Bilhassa kimliklerinin hedef alınmasına -doğal olarak- refleks gösteriyorlar. Dolayısıyla kendi tabanınızı konsolide etmek için kullandığınız “Yallah Kürdistan’a” gibi ifadeler bu kesimi de konsolide ediyor. Üstelik muhataplarınızın -haklı olarak- dışlama ve aşağılama ifadesi olarak algıladığı bu yaklaşımın “Kürdistan sözünü TBMM çatısı altında kullanan ilk siyasetçi olmakla övünen” birinden gelmesi çok daha rencide edici oluyor.
Daha da ilginci Yallah Kürdistan’a retoriğinin söz konusu kitlenin Hendek olayları yüzünden HDP’nin izlediği siyasete tepkili olduğu dönemlerde imdada yetişmiş olmasıydı.
Aslında gerek Kobani olaylarında gerekse sonraki Hendek eylemleri dolayısıyla HDP tabanında partiye karşı büyük bir tepki oluştuğu ve erimenin başladığı görülmüştü. HDP’nin Kandil’den bile daha coşkulu destek verdiği Hendek olayları sonrasında bazı yöneticilerinin tutuklanmasını protesto etmek için partinin il binası önüne çağrılan Diyarbakırlılar bu çağrıyı duymazdan gelmişlerdi. Arşivlerden o günün gazetelerine bakın, yalnızca 20 kişi vardı protesto eyleminde.
Seçim döneminde ittifak tabanını konsolide etmek amacıyla kullanılan “Yallah Kürdistan’a” retoriği ve sonra bölge halkının şöyle ya da böyle kendi özgür seçimleriyle işbaşına getirdikleri belediye başkanlarının seçimden birkaç ay sonra görevden alınması gibi tutumlar 2015’te çözüm sürecini sona erdirip Hendek eylemlerini başlatan örgüte karşı yükselen tepkinin gelişmesini durdurmaktan başka bir sonuç vermedi maalesef... HDP’nin kendi tabanında sorgulanmaya başladığı bu doğal süreçte tabanda baş gösteren kırılma adeta devlet eliyle onarıldı...
Bunun bilinçli olarak yapıldığını söylemek kolay değil ama HDP tabanının konsolidasyonu demek bu kesimin oylarının başka bir yere gitmemesi demekti. Mesela CHP’ye gitmemesi… Mesela Gelecek ve DEVA partilerine gitmemesi…
Ne olursa olsun Türkiye’deki bölücü terör tehdidini de Kürt sorununu da yalnızca ve yalnızca pragmatizm çevresinde ele alan bir siyasi yaklaşım var karşımızda. Bu tutum kimi zaman tutarsızlık kimi zaman ise düpedüz ilkesizlik şeklinde tezahür ediyor.
Ekrem İmamoğlu kazanınca iptal edilen İstanbul seçiminin tekrarlanmasından iki gün önce devletin haber ajansı tarafından sızdırılan Öcalan mektubu, keza Öcalan’ın kardeşinin TRT’de konuşturulması gibi girişimler mesela.
Ama mevcut iktidar sahipleri siyaset oyununu o kadar iyi oynuyorlar ki bugün “Teröristbaşı ne karşılığında o mektubu yazdı, kardeşi ne karşılığında TRT’ye çıktı?” diye soranlar hakkında “Bunlar kazanırsa Öcalan’ı hapisten çıkaracaklar” diyebiliyorlar. Bazı insanlar da buna inanabiliyor. Erzurum’da miting taşlıyorlar buna dayanarak.