Her milletin kahramanları var. Çoğunlukla askerî ve siyasî başarılara “imza atmış” devlet adamları ve komutanlar akla gelir kahraman denildiğinde.
Alparslan, Fatih, Atatürk gibi… Brecht bu anlayışı eleştirir “Okumuş Bir İşçi Soruyor” başlıklı şiirinde:
“Nasıl yendiydi
Galyalılar’ı Sezar?
E bir aşçı olsun yok muydu
yanında?
İspanyalı Filip ağladı derler
batınca tekmil filosu.
Ondan başkası ağlamadı mı?
Yediyıl Savaşı’nı 2. Frederik
kazanmış?
Yok muydu ondan başka
kazanan?” (Çev. A. Kadir)
Brecht her ne kadar “tarihte emekçinin rolünü öne çıkarmak” ve aynı zamanda “emekçinin terini sömürenleri göstermek” gayesiyle geçmişteki zaferleri ve kahramanları sorgulamaya girişmiş olsa da andığı türden isimlerin aslında ait oldukları topluluğun sembolleri olduğu söylenebilir.
Ne var ki kahramanlık yalnızca “büyük işleri başarmak” mı demek? Sorulmayan soru budur. İkincisi, “büyük işler” savaş kazanmak veya mimari anıtlar dikmek midir yalnızca? Eğer öyleyse bu başarıların şerefini kazanmak için ya devletin başındaki kral ya da taş taşıyan işçi olmak mı lazım? Bilim adamları, sanatçılar, düşünürler hiçbir paya sahip değiller mi insanlığı bugüne taşıyan işlerde?
***
Aslında diğer bütün dillerde olduğu gibi Türkçede de kahraman kelimesi bir unvan değil, bir sıfattır. Kahramanlık yapanlara kahraman denir. Dolayısıyla kahraman kimdir sorusunun cevabını verebilmek için “kahramanlık” nedir sorusuna cevap vermek icap ediyor.
Taha Akyol’un yeni çıkan eseri “Onlar da Kahramandı” bu sorunun cevabını üstelik somut olaylar ve kişiler üzerinden veriyor. Osmanlı’nın son zamanlarından ve Cumhuriyet döneminden birkaç siyasetçi ve hukukçunun, her türlü kaybı göze alarak doğru bildiklerini söyleme “medeni cesaretini” gösterebilmiş aydınların “kahramanlık” hikayelerini anlatıyor.
Kennedy’nin “Fazilet Mücadelesi” kitabında anlattığı bugünkü Amerika’yı Amerika yapan demokrasi ve hukuk kahramanlarının bizdeki muadilleri bunlar… Ama bazılarının adını bile bilmiyoruz bugün maalesef.
Sözgelimi Suphi Paşa… “Hürriyet kahramanı” Namık Kemal’i yargılayan mahkemenin başkanı Suphi Paşa’ya padişah II. Abdülhamid bizzat eniştesi Mahmud Celaleddin Paşa’yı gönderir. “Şan-ı sadakate layık bir karar” vermesi, yani padişaha sadakatini göstermesi arzusunu iletmek üzere… Suphi Paşa, “Merak etmeyin adaletin gereğini yapacağım” cevabını verir. Mahkemede açıklayacağı karar ise Namık Kemal’in beraati olacaktır. Kızı yıllar sonra “Hünkardan korkmadınız mı” diye sorduğunda “kahraman hâkim”in verdiği cevap şudur: “İki adalet vardır, padişahın adaleti ve Allah’ın adaleti… Yarın hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız adaletten korkarım ben…”
***
Taha Akyol’un kitabında “kahramanlık hikayelerine” yer verdiği örnek isimler arasında, aday listelerinin tamamen devlet başkanı tarafından yapıldığı 1923 seçimlerinde Mustafa Kemal Paşa’nın kendisini bizzat arayarak verdiği talimata korkmadan hayır diyebilerek muhalif bir adayın bağımsız olarak seçilmesine destek veren Kelkit Belediye Başkanı Alaattin Bey, 1930’da yine iktidarın baskısına rağmen seçime girip kazanan ve kendisinden derhal istifasını isteyen öfkeli devlet başkanına “İstifam beni seçen halka saygısızlık olur, siz beni görevden alın” cevabını verebilen Samsun Belediye Başkanı Ahmet Bey adları bugün bilinmeyen ama medeni cesaretleri dikkat çeken şahsiyetler…
Kitaptaki diğer isimler siyasi kariyerleri itibarıyla az çok bugün de bilinen ve tanınan kişiler. Ancak Taha Bey’in de altını çizdiği üzere, kahramanlarımız bu isimlerden ibaret değil. Çünkü tarihimizdeki böylesi kahramanlık hikâyelerinin her birine bir kitapta yer vermenin imkânı yok. Ama yine de benim dileğim eserin sonraki baskılarının genişleterek daha fazla örneğin günümüz nesillerine tanıtılmasının sağlanması. Yazarımızın derin yakın tarih bilgisi ve hukuk duygusu çerçevesinde bu örneklerin daha da çoğaltılması...
Bilhassa iktidarın resmî tarih tezine karşı ses çıkarmamayı ilim haysiyetine sığdıramayarak Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan Zeki Velidi Togan gibi alimlerin de özellikle bugünün akademik kadrosuna hatırlatılmasına ihtiyaç var.
Taha Akyol’un kitabının bize öğrettiği hakikat şu: Bir insanın doğru bildiğini söylemekten geri durmaması ve inandığı değerler uğruna her türlü tehlikeyi göze alarak inancını haykırması da kahramanlıktır. Hatta bazı durumlarda büyük kahramanlıktır. Öyle ki bazen “sürüden ayrılmak” bile kahramanlıktır.
Yazarın ifadesiyle, “sürüden ayrılan, ayrı baş çeken, bildiğini okuyan, eski köye yeni icat getiren kişi”ler aslında yeniliklerin ve her alandaki gelişmenin yegâne aktörleridir. Bugün insanlık alemi olarak sahip olduğumuz hasletlerin ve medeniyet birikiminin çoğunu bu tarz insanların çabasına ve cesaretine borçluyuz.