Geçenlerde aktüel siyaset gündemini hayatın yegâne meşgalesi gören bir anlayışın tezahürlerinden söz etmiştim. Ve bu yaklaşımın giderek gazeteciliği de baskı altına almasından…
Dikkat ediyorum, Karar yazarları, genellikle hafta sonu yazılarında, tıpkı batıdaki pazar gazetelerinde olduğu gibi, hayatın siyaset dışındaki -ve aslında günlük siyasetten çok daha önemli- alanlarına değindiklerinde dikkate değer yoğunlukta bir tepki geliyor: “Türkiye’de bu kadar önemli gündem maddesi dururken, yazılacak konu mu bu!”
Oysa bugün Karar yazarları olmasa o gündem maddelerinin bir kısmı belki gündem konusu bile olmayacak. Çünkü siyasi problemleri de sosyal konuları da hem cesaretle hem de taşıdıkları birikimin verdiği vukufiyetle değerlendirebilen gazete yazarlarına Karar dışındaki adreslerde fazlaca rastlanmıyor.
Gerçi sözünü ettiğim “eleşti”nin Karar’ın “sabit” okur kitlesinden değil, “seyyar” internet okurundan geldiğini de söylemem lazım. Ama kamuoyunda genel olarak gazeteden ve gazeteciden beklentinin bu merkezde olduğu acı bir gerçek.
***
Gazete yazılarının bilime, sanata, felsefeye uzak durması gerektiğini düşünenler gazetecinin “gerçek görevi”nin ne olduğunu unutuyorlar. Gazetecilik yalnızca “havadis ulaştırma” işi değildir. Hele artık 24 saat boyunca “haber akışı”nın gerçekleştiği bugün için hiç değildir. Hatta ancak 24 saatte bir güncellenen bir haber kaynağı fazla gerekli bile sayılmayabilir bugün. Dolayısıyla bu ortamda gazetecinin “gerçek görevi”nin ne olduğunu hatırlamak için iyi bir fırsat var karşımızda.
Gazetecilik bir “aracılık” mesleği. İhtiyaç duyup talepte bulunanlara bilgi aktarma işi. Görevin içinde siyasi gelişmeleri duyurmak kadar, sanat ve bilim olaylarını bildirmek de var. Ama tabii “arz talebe tâbi” olduğu için “müşterisi olmayan meta zayidir”, biliyorsunuz. “Bana bilimle, felsefeyle, sanatla gelme, bana siyaset dedikodusu getir” diyen bir müşteriye dükkân sahibi zorla mal satamaz. Keza siz de ihtiyaç duyduğunuz bir ürünün satılmadığını gördüğünüz dükkâna bir daha gitmezsiniz.
***
Bugünkü durum bu. Ama Türkiye’de gazetecilik başlangıçta aydınların elinde sorumluluk duygusuyla yapılan bir işti. Sonradan ya ticaretin ya siyasetin dümen suyuna girdi çoğunlukla.
Türkiye’nin modernleşme sürecinde edebi akımların da fikir hareketlerinin de siyasi rüzgarların da hem doğuşlarında hem de gelişmelerinde gazetelerin payı vardı. Devrin neredeyse bütün aydınları gazeteciydi.
Öyle ki Tanpınar’ın aslında bu devirdeki siyasi ve sosyal yapıda gerçekleşen yenilenmeyi ele alan “Ondokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi” isimli anıt eseri aynı zamanda “gazetecilik tarihi” kitabıdır.
Üstad işte bu eserinde Tercüman-ı Ahval’in çıktığı dönemi anlatırken şunu söylüyor: “Bu devirde gazete (…) ufak tefek hadiseleri nakletmek suretiyle dünya ile bir münasebet kuran, bazı faydalı bilgiler veren, okumayı zaman geçirme şekillerinden biri yapan bir vasıta olmaktan çıkar. Hakikî mânâsında kürsü olur. Fikir, onun sayesinde yavaş yavaş yapıcı bir unsur olarak hayata girer.”
Şerif Mardin’in de çalışmalarında bir çok defa tekrarladığı üzere, bu devirde gazetenin “efkârı umumiye kuruculuğu” rolünü vurguluyor Tanpınar.
Aynı asırda batı dünyasında da gazete bir efkarıumumiye odağıydı. Bilginler, filozoflar, hatta devlet adamları gazete sayfalarında siyasi, sosyal, iktisadi konular yanında şiir, roman, resim, müzik üzerine yazıyor, felsefi ve bilimsel gelişmeler hakkında tartışmalar yapıyorlardı. Karl Marx bile gazete yazarıydı.
***
Ne var ki Tanpınar’a göre “Hiç bir yerde gazete bizdeki role benzer bir rol oynamamıştır. Başka yerlerde o, düşüncenin daha geniş surette topluma yayılması için seçtiği hareket sahalarından biridir. Arkasında bütün cemiyet müesseseleri ve devam halinde olan, hayatla daima münasebetdar bir düşünce dünyası vardır. Bizde ise bütün işaretler oradan gelir.”
Nereden nereye…
Gazetecilik “aydınların elinde sorumluluk duygusuyla yapılan bir iş” olmaktan adım adım uzaklaştı, gazete yazarlığı da adeta yalnızca güncel siyaset üzerinde kalem oynatmasına izin verilen bir meslek dalına dönüştü bizde. Dahası, gazeteciliğin bir siyasal iletişim kanalı, daha doğrusu propaganda aracı olarak algılanmasına yol açacak bir zihniyet hâkim oldu topluma.
Şimdi belki de yeniden bir zihniyet dönüşümüne ihtiyaç var ve bu işin yine gazete üzerinden yapılmasının yollarını düşünmek gerekiyor. Ne dersiniz?