Genelleme mi yapıyorum

İbrahim Kiras

Bir süredir tarikatlar ve cemaatler konusunu yazıyorum. Fetullahçı darbe girişiminin dolayımında gündeme gelen bir konu bu. Gerçi Fetullahçı örgütlenmeyi salt siyasi bir proje olarak görüp meselenin sosyal boyutunu yok sayan bir yaklaşım geniş bir kesimde revaç bulabiliyor bugünlerde. Ama bu yaklaşımı tehlikeyle karşılaşınca başını kuma gömen devekuşunun realizmiyle eşdeğer görmek gerekir! Zira bugün itibarıyla artık İslam’ın özüne aykırı kabul edilen bir yapının geçmişte toplumun küçümsenemeyecek bir kısmında İslam adına kabul görmüş olması, pek öyle problem sayılmayacak bir konu değil.

Bana sorarsanız, söz konusu kriminal organizasyonun onca zaman boyunca toplumda meşru bir hareket olarak görülüp geniş ölçüde benimsenmesi ve kolayca taban bulabilmiş olması, yalnızca cehaletten veya geçmişteki “dışlayıcı” laiklik anlayışının doğurduğu reaksiyondan değil, biraz da toplumun İslam anlayışında bazı problemler olmasındandır diye düşünmeliyiz. Bunu düşündüğümüzde ise sivrisineklerle mücadele kapsamında asıl yapılması gerekenin o sivrisinekleri üreten bataklığın ıslahı olduğunu kolayca görürüz. Çünkü sivrisinekleri yok edip bataklığa dokunmazsak problemi gerçekten çözmüş olamayız. O bataklık bir süre sonra başka sivrisinekler üretir; problem devam eder gider.

***

Bazı cemaat ve tarikatların mensupları bu konular konuşulurken “genelleme” yapılmasından rahatsız oluyorlar. Haklılar. Ben de mümkün olduğunca genelleme yapmaktan kaçınmaya çalışıyorum. Önceki yazılarımda da birtakım zihniyet problemlerinden ve yozlaşmadan söz ederken “sağlıklı yapıları tenzih ettiğimi” hep vurguladım. Ama belli ölçüde genelleme yapmadan böyle bir konu üzerinde konuşmak o kadar kolay değil. Çünkü tek tek birtakım isimler üzerinden konuşmayınca genelleme kaçınılmaz oluyor. Haddizatında bugün Türkiye’de cemaat veya tarikat denildiğinde öncelikle belli isimler akla geliyor. Kusura bakmazsanız, sayıları parmak kadar olan birkaç gerçek marifet eğitimcisi ile onların bir sinema salonunu dolduracak sayıdaki muhibbanını tanıyan da yok, tasavvuf denildiğinde bunları hatırlayan da. Çünkü ister istemez söz konusu kavramları daha ziyade toplumda yaygınlığı olan bazı yapılar temsil ediyor. Bu yüzden bana “genelleme yapıyorsun” diyerek yazdıklarımdan rahatsızlığını ifade eden tasavvuf ehlinden dostlarıma “Eğer bundan dolayı bir rahatsızlığınız varsa siz de biraz kendinizi o kalabalıktan ayrıştırmaya gayret edin” diyorum.

***

Aslında cemaat ve tarikatların toplumsal rolü konuşulurken muhatap bulmak bile kolay değil… Çünkü bir cemaate veya tarikata mensupsanız içinde bulunduğunuz yapıyı en doğru, en mükemmel ve en gerekli yapı olarak gördüğünüz için oradasınızdır. Dışarıdan size yöneltilecek yapıcı eleştirilere veya dostça uyarılara kulak asmaya bu yüzden kolay kolay yanaşmazsınız. Hatta bu tür eleştiri ve uyarıları “cemaatleri yok etme projesi” veya “tasavvuf düşmanlığı” diye niteleyerek peşinen mahkûm etmeye çalışanlar bile çıkabilir.

Ne var ki çuvaldızı başkasına batırırken kendimizi sütten çıkmış ak kaşık veya “fırka-i naciye” olarak görmekten vazgeçip küçücük bir iğneyi de o nazik bedenimize değdirmeye razı gelmiyorsak bu konuları tartışamayız. Dolayısıyla sorunlarımıza çözüm de bulamayız. Oysa bu sorunlar hepimizin ortaklaşa soluduğu atmosferin ürünü. Komşumuzu hasta eden mikropların bizim vücudumuza hiçbir etkisinin olmadığını düşünemeyiz. Gerçi böyle düşünenler de olabilir. Belki siz sütten çıkmış ak kaşık da olabilirsiniz ama sütten ağzı yandığı için yoğurdu üfleyerek yemek isteyenlerin halet-i ruhiyesini de anlamanız gerekir. Zaten bu ülkede hep birlikte yaşayacaksak toplumsal hayatta belirli kurallara ihtiyaç olduğunu ve bu kurallara herkesin uyması gerektiğini kabul etmek durumundayız. Burada önemli olan o kuralların beraberce belirlenmesi, bir toplumsal mutabakata dayalı olarak geçerlik kazanmasıdır.

Daha açık ifade etmek gerekirse, cemaatlerin ve tarikatların güven içinde varlıklarını sürdürmeleri ve toplumsal işlevlerini özgürce ifa etmeleri için toplumda karşılıklı uzlaşıya dayalı bir tür yazılı olmayan anayasal çerçeve belirlenmeli. Sütten ağzımız yandı diye yoğurdu da üfleyerek yemek zorunda kalmayalım. Hem bir kesimdeki kaygıları giderelim hem de öbür kesimin din ve vicdan hürriyetinin kısıtlanmasına izin vermeyelim. Bunun için de herhangi bir dini gruba mensubiyetin hiçbir alanda kısıtlanma gerekçesi olamayacağı hususunda anlaşalım. Ama kamu yönetimindeki resmi ve yasal hiyerarşiyi delecek bir paralel hiyerarşinin oluşmasına da imkân verilmeyeceğinin garantisi olan bir toplumsal mutabakat oluşturalım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (8)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.