Fahreddin Paşa tartışması aynı anda birden fazla problemi su yüzüne çıkardı. Bir kısmı dahili, bir kısmı harici…
Harici olan en basiti, hatta belki çözülmesi en kolay olanı. Oradan başlayalım… Biliyorsunuz, Türkiye epeyce zamandır Ortadoğu’daki siyasi mimarinin yenilenmesi kavgasının bir tarafında. Arap Baharı sürecine takaddüm eden günlerde şekillenmiş olan bir saflaşma, cepheleşme var bölgede. Türkiye, Katar gibi ülkeler ile “Arap Sokağı”nın ciddi bir bölümünün temsilcisi durumundaki İhvan hareketi bir yanda, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri öbür yanda. “Obama Amerika’sı” ilk grubu, İsrail ikinci grubu destekliyordu.
Diğer yandan, Arap Baharına da ilk grup destek veriyor, ikinci grup ise bu süreci kendi varlıklarına yönelik bir komplo olarak görüyorlardı. Mısır’da askeri darbeyle İhvan’ın iktidardan düşürülmesi ikinci grubun birinci gruba indirdiği en ağır siyasi darbeydi aynı zamanda. Gerek Mısır başta olmak üzere kaybedilen mevziler, gerekse Suriye İç Savaşı’nın yol açtığı kaos ilk grubun ajandasında yer alan beklentileri zora soktu. Ardından “Trump Amerika’sı” çıktı sahneye.
Zaten Obama’nın desteği daha ziyade stratejik ve moral düzeyde kaldığı için yeterince efektif olmamışken Trump’ın İsrail ve Suudi Arabistan ittifakına dayandırmak istediği Ortadoğu siyasetinin Türkiye açısından ümit verici olmayacağını ABD’deki Başkanlık seçiminden önce bu sütunlarda dile getirmiştik. Ancak ülkemizdeki egemen yaklaşım bu gerçeği görmek istemedi nedense. Ama şimdi bu başka bir mesele…
***
Bugün Körfez cephesi eskisinden daha fazla özgüvenle asılıyor kavgaya. Çünkü denkleme Trump Amerika’sının dahil olmasının yanında Riyad’da da kısa süre önce önemli bir “mıntıka temizliği” yapıldı, veliaht MbS dikensiz gül bahçesinde tek yetkili olarak Suud dış politikasını yönetiyor. Bu özgüven sayesinde Katar ambargosu başlatıldı. Yemen’de sonuç alıcı adımlar için hazırlık yapılıyor, Lübnan’da yeni bir siyasi düzen tasarlanıyor vs. vs.
Bu özgüvenle tasarlanan hamlelerden biri de “Filistin meselesinin çözümü” konusuydu. Trump’ın Kudüs hamlesi sonrasında ortaya atılması planlanan çözüm önerisi Filistin tarafından ziyade İsrail’i memnun etmeye yönelikti. Kamuoyuna pek yansımayan ama diplomasi koridorlarında hararetle tartışılan bir hazırlıktan söz ediyoruz… Mısır’ın Camp David’i cinsinden cesur bir hamle…
Suudiler ve Abu Dabi “bu sayede Arap dünyası için asıl tehdit durumundaki İran’a karşı mücadelede İsrail’in ve ABD’nin desteğinin sağlanabileceğini” ileri sürüyorlardı. Bu amaçla Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın da istifaya ikna edildiği söyleniyordu. Tıpkı Lübnan Başbakanı Hariri gibi…
Ancak, bildiğiniz gibi, evdeki hesap çarşıya uymadı. Trump’ın girişiminin bütün dünyada tepki uyandırması, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın acil olarak toplanması ve nihayet BM’de uluslararası camianın ezici çoğunluğunun oylarıyla kınama kararının çıkması… hesaba katılmayan gelişmelerdi.
Özetle, bu raundu ikinci grup kaybetti ama özgüvenlerini kaybetmediler muhtemelen. BAE Dışişleri Bakanı’nın aslında Erdoğan’a yönelik duygularını ifade etmek sadedinden Fahrettin Paşa tweetini RT etmesiyle su yüzüne çıkan gerilim herhalde bölgenin önümüzdeki günlerdeki siyasi ikliminin de habercisi…
***
Dahili problemlere gelince… Fahreddin Paşa’yı hedef alan saldırı karşısında kamuoyunun ezici çoğunluğu ortak bir tepki gösterdi göstermesine ama ne yazık ki Türk toplumunun içinde böylesine bir konuya bile “ideolojik gözlük”le bakanlar olduğu da ortaya çıktı bu vesileyle.
BAE’li Bakandan önce Fahreddin Paşa için “Medine’yi İngilizler’e değil, Şerif Hüseyin Paşa ve Müslüman Araplar’a karşı müdafaa etti” diyen ve “İttihatçılar kutsal emanetleri yağmaladı” iftirasını atanlardan söz ediyorum. İdeolojik olarak karşıtlık hissettiğiniz veya yaptıklarını beğenmediğiniz kişileri elbette sevmeyebilirsiniz ama içinizdeki nefret ve düşmanlık duygusu bu insanlara göz göre göre iftira atmaya bile cevaz veriyorsa ortada kendi insanlığınızla ilgili bir problem var demektir.
Bu sadece belli kişilerin karakter zaaflarıyla ilgili bir problem değil, ne yazık ki toplumsal bir hastalık. Geçmişte de “Edirne’yi Enver alacağına Bulgar alsın” diyenler vardı, ama hiç değilse bunlar sayıca azdı ve tutumları kendi yol arkadaşları tarafından bile ayıplanıyordu. Bugün “kavgada yumruk sayılmaz” dönemindeyiz. Toplumun her kesiminde, her inançtan ve her görüşten insanımızın kendilerini kaptırdığı amansız bir hastalık… Üstelik yumruğumuzu saymadığımız kavgaları kendi ülkemizde, kendi aramızda yapıyoruz ve aslında gözümüzü kör eden kızgınlıkların, nefret ve düşmanlığın sebepleri de çoğu zaman bir incir çekirdeğine kolayca sığabiliyor.