Çoktandır herkes farkında: İktidar cephesinin elindeki anahtar konsolidasyon siyaseti. Ülkeyi yönetenlerin sorumlu olduğu konuların ve yaşanan sıkıntıların yerine ideolojik ihtilafların gündemde tutulması siyaseti. Bu siyasetin sonuç vermesi için söz gelimi enflasyonun, işsizliğin, yolsuzlukların ve eğitimden dış politikaya her alanda kötü yönetimin yol açtığı bilumum problemlerin değil, başörtüsü veya imam hatip gibi konuların tartışılması gerekiyor.
Yanlış yönetim tercihlerinin sonucu olan sıkıntıların aslında ülkenin bağımsızlığına ve güçlenmesine karşı olan dış güçlerin ve içerideki hainlerin eseri olduğuna insanları inandırmak icap ediyor. Böylelikle ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan milliyetçi ve mütedeyyin kitlenin “ne olursa olsun” iktidarın yanında tutulması amaçlanıyor. Bunun için toplum içindeki kültürel veya ideolojik kamplaşmaların alabildiğine büyütülmesi, ihtilafların canlı tutulması, ateşin sönmeye yüz tuttuğu dönemlerde üzerine benzin dökerek alevlendirilmesi şart.
Milliyetçi ve mütedeyyin kesimin ülkedeki asıl problemleri bir kenara bırakıp iktidar partisinin yanında saf tutmasını sağlayabilmek için ise “karşı tarafın” kavga sahasına çekilmesi gerekiyor. Son dönemlerde Sezen Aksu’nun dilini koparma tartışmasından müzik festivallerinin yasaklanmasına ve Gülşen’in tutuklanmasına kadar yapılan birçok iş “karşı tarafın” sokağa çıkıp “bizim tarafı” korkutması ve böylelikle “bizim tarafın” kötü yönetim, yolsuzluk vs. diyerek başka yerlere dağılmasını engellemeyi hedefliyormuş gibi görünüyor.
Galiba bu hesaplar yapılırken vaktiyle Gezi Parkı olaylarında ortaya çıkan konsolidasyonun yeniden gerçekleşebileceği ümidi korunuyor. Kabul etmek lazım ki konsolidasyon siyaseti, başta Gezi’de olmak üzere, daha önce defalarca uygulanmış ve her seferinde az çok sonuç vermiş bir enstrüman. Gelgelelim son dönemdeki girişimler aynı ölçüde “başarıya ulaşmış” görünmüyor.
Gezi Parkı atmosferini hazırlayan “Çatlasanız da patlasanız da yapacağız...”, “Tıksırıncaya kadar için…” gibi tahrik edici sözlerden çok daha ağırları söyleniyor bugün. Ama beklenen tepki gelmiyor. “Sürtük” lafı bile harekete geçiremedi “karşı tarafı”. Aynı şekilde “dini ve milli değerlere yönelik saldırı” alarmları da artık “bizim tarafı” fazla etkilemiyor sanki.
Anlaşıldığı kadarıyla bunun başlıca sebebi sürekli aynı taktiğin tekrarlanmasının bir yerden sonra inandırıcılığı zayıflatmış olması. Her iki taraf için de geçerli bu durum. İkincisi, rakibinin oyun hamlelerini artık iyice öğrenmiş bulunan “karşı tarafın” kendisini güvende tutacak tedbirlerini alması. Bilhassa ana muhalefet partisinin uzunca zamandır milletin değerleriyle ters düşer görünmekten kaçınan bir politika izlemesi oyun bozucu bir işlev görüyor.
Son dönemdeki politik çizgisi itibarıyla daha ziyade merkez partisi kimliğine yaklaşan CHP’nin dar bir kesim yerine millet çoğunluğuna ulaşmaya yönelik hamleleri geçmişte Cumhuriyet Mitingleri gibi ideolojik meydan okuma gösterilerinin yaptığının tam aksini yapıyor bugün. Dolayısıyla “bizim tarafın” korkutulmasına veya tahrik edilmesine malzeme vermeyen bir “karşı taraf” var bugün.
Mamafih “karşı tarafın” artık eski taktiklere karşı tedbirli ve hazırlıklı olmasından daha önemli ve daha belirleyici değişim “bizim taraf”ta gerçekleşmiş görünüyor. Bu kesimin iktidar cenahının konsolidasyon hamlelerine ayak uydurmaya eskisi kadar eğilimli görünmemesi asıl fark oluşturan faktör belki de.
Ana muhalefet partisi politik çizgisini düzeltip iktidar cephesine konsolidasyon fırsatı vermez olunca birtakım sahne sanatçıları, sosyal medya fenomenleri veya magazin figürleri üzerinden üretilen “dini ve milli değerlere yönelik saldırı” örnekleri yeterince ciddiye alınmadı “bizim taraf”ta.
Bu bir. İkincisi, karşınızdaki insanların zekasıyla alay eder görünmeniz muhataplarınızı sizden soğutur. Bugün hayat pahalılığının, işsizliğin, yolsuzlukların velhasıl kötü yönetimin mağduru durumundaki vatandaş söz konusu sorunların çözülmesine yönelik bir ışık yanmasını beklerken kendisine “Cambaza bak” numarası çekildiğinin farkında. Böyle bir atmosfer içinde dini ve milli değerlerin tehdit altında olduğu ileri sürülerek hassasiyet sahibi vatandaşları bir bayrak altında toplama girişimleri en azından eskisi kadar başarılı sonuçlar vermeyecektir.
Peygamberlere hakaret etti denilen Sezen Aksu olayında bunu gördük, İmam Hatip okullarına dil uzattı diye suçlanan Gülşen hadisesinde ise çok daha fazlasını, gayet aşikâr bir kayıtsızlık gördük. Bunun ne anlama geldiği belli.