George Orwell’in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanını çoğumuz okumuştur. Olayların geçtiği ülkede Hakikat Bakanlığı (Ministry of Truth) diye bir kurum vardı hani. Bu bakanlığın arşiv bölümünde çalışan roman kahramanının görevi parti devletinin şimdiki resmî gerçekleriyle uyuşmayan geçmiş bilgileri ve belgeleri bulup değiştirmekti.
Aslında Orwell’in romanında biraz abartılı seviyelerde yapıldığını gördüğümüz bu işlem bütün siyasi iktidarların az çok yaptığı veya yapmaya çalıştığı bir iştir. Tarihi -bugüne göre- yeniden yazma çabası olağan bir yaklaşımdır iktidarlar açısından. Ama bir de -dünkü değil- bugünkü hakikatleri kendi görmek veya göstermek istediği şekle dönüştürüp “kabul edilebilir” hale getirme çabası var.
Hakikat rahatsız edici olabilir bazen. Bilhassa siyasetçiler için. İşte o yüzden “İsrail ile ticaret” meselesinde “iki ayrı gerçek”le karşılaşıyoruz. Bir yanda “düz” gerçek var, öbür yanda “açıklamalı” gerçek. Düz gerçek devlet kurumlarının kayıtlarındaki resmi ihracat rakamları. İsrail devletinin -ve bu arada ordusunun- enerji, gıda, demir-çelik, çimento, yetmezmiş gibi dikenli tel, hatta ve hatta silah ve barut ihtiyacını Türk şirketlerinin temin ettiği gerçeği. Gazze’deki katliamın başlamasından bu yana bu ihracat faaliyetlerinin hiç yavaşlamadan devam ettiği, devam etmesini bırakın birçok kalemde satışların arttığı gerçeği…
Bu düz gerçeklerin karşısında ise “açıklamalı” gerçekler var. “İsrail’e gidiyormuş gibi görünen mallar aslında bu ülkenin gümrüğünden geçerek işgal altındaki Filistin şehirlerine gidiyor” açıklaması… “TÜİK kayıtlarında görünen silahlar aslında harp silahı değil, av silahları... Barut diye ifade edilen ürünler de yanıcı ve yakıcı bazı maddeler” açıklaması…
Bu açıklamaları yapanların kendileri de bunlara inanıyor olamazlar herhalde. Neyin ne olduğunu bilmiyor olmaları mümkün mü o görevlerdeki insanların? Mümkün değil tabii. Ama şu oluyor: Dümdüz gerçeğin karşısında alternatif bir gerçeklik oluşturuluyor bu açıklamalarla…
Geçen yılın aralık ayında Meclis kürsüsünde kalp krizi geçirerek vefat eden Saadet Partisi milletvekili Hasan Bitmez o son konuşmasında Türk limanlarından İsrail’e giden gemileri gündeme getirdiğinde AK Parti milletvekilleri “Yalan söylüyorsun” diye bağırıyorlardı. O milletvekilleri kendi iktidarlarının bir yandan Gazze’de süren soykırımı en yüksek sesle lanetleyip, diğer yandan İsrail ile ticareti bütün hızıyla sürdürmekte oluşuna inanmıyorlardı belki de. Bu bir ihtimal… Belki de konu hakkında yeterli bilgiye sahip değillerdi, bilemiyorum.
Ama büyük ihtimalle bu konuda dile getirilen gerçekleri gizlemek istiyorlardı. Aykırı seslerin işitilmesini gürültü ederek engellemek istiyorlardı.
Açık söyleyelim, bugün de aynı tutum sürüyor. Partinin çekirdek taraftar kitlesi İsrail ile alakası bile olmayan birtakım şirketlere yönelik boykot kampanyalarıyla oyalanırken İsrail ordusunun her türlü ihtiyacını bizim karşıladığımız duyulmasın, bilinmesin isteniyor…
Nitekim AK Parti’nin seçmen kamuoyunda bu konuya ilişkin yoğun bir bilgisizliğin yanında gerçeklerden bir şekilde haberdar olunursa bunları “yalan, iftira, montaj” olarak görme eğilimi dikkat çekiyor. Yalnızca parti yönetimi böyle söylediği için değil, aynı zamanda bu konudaki gerçek rahatsız edici olduğu için.
Bu insanların büyük kısmı gerçeğin gerçek olduğuna inanamıyorlar, daha doğrusu inanmak istemiyorlar.
Hükümetlerinin yanlış bir iş yapmış olduğunu düşünmektense bu hususta hakikatleri dile getiren kişileri yalancı, iftiracı, tertipçi, hain diye suçlamak daha “vicdan rahatlatıcı” oluyor!
Ne var ki hakikatin kendisini merak eden insanlar da var. Devletin resmi kanalları başta olmak üzere ana akım medya organlarınca üstü örtülmeye çalışılan bu meseleden haberdar olup işin aslını öğrenmek isteyen kişiler de var.
Bu arada konuyla ilgili yapılan eski “açıklama”ların tutarsızlıkları ortaya çıkıyor, her geçen gün meselenin yeni bir boyutu daha gün yüzüne çıkıyor. Mızrak çuvala giderek daha zor sığdırılıyor artık. Üstelik tam da kritik bir seçim sürecinde ortaya çıkan bu sıkıntı can sıkıcı olabiliyor. Dolayısıyla bugünlerde “alternatif hakikat” imalatçılarına daha fazla iş düşüyor. Orwell’in romanındaki Hakikat Bakanlığı’nın rolünü üstlenen kurum ve kuruluşlar fazla mesai yapıyorlar, “parti hakikati”ni zihinlere yerleştirmek için. Olan bundan ibaret.