Birbiri peşi sıra gündeme gelen “akraba atamaları” konusundaki örnekler gösteriyor ki “nepotist zihniyet” yalnızca toplumun bir kesiminde veya siyasi yelpazenin belirli bir bölgesinde var olan bir mesele değil. Bileşik kaplar yasası gereğince toplumun bir kesiminde var olan arızanın öbür kesimlerde görülmemesi mümkün olmuyor. Sonuçta aynı tarlada yetişiyor ürünler.
Elbette burada sevindirici veya ümit uyandırıcı husus toplumun genişçe bir bölümünde bu uygulamalara karşı güçlü bir reaksiyonun mevcudiyetini görmemiz. Ne var ki bu reaksiyonun yalnızca karşı tarafın günahlarına yönelmesi ortak problemimizin çözülmesi hususunda bir fayda üretmeyecektir. Sözkonusu reaksiyon yalnızca karşı tarafın yaptıklarından duyulan rahatsızlığın ifadesi ise, “bizimkiler”in yaptıkları bizi rahatsız etmiyorsa, yani meseleye ahlaki açıdan bakmıyorsak halihazırda süren tartışmadan ülkemizin geleceği adına olumlu bir netice almak kolay olmayacaktır.
Emanetin ehline verilmesi, liyakatin esas alınması, yönetimde adalete uyulması gibi ilkeler etrafında bir sosyal konsensüs yoksa veya oluşturulamazsa buradan bir yere varamayız.
Diğer yandan, toplumdaki rahatsızlığı ciddiye alıyorsak, siyasi kesimlerin kendi içlerindeki örnekleri görmezden gelip karşı tarafın “günah galerisi”ne dikkat çekmeye çalışmaları kendi seçmen kitleleri nezdinde olumlu bir karşılık bulmayacak, yani siyasi getirisi de olmayacaktır. Siyasette etik ilkelerden ziyade “vatandaş ne der” sorusunu önemseyenler için söylüyorum bunu…
Maalesef bugün görünen o ki aynı eylemi başkası yaptığında ayıp gören, günah sayan ama kendi grubundan birileri yaptığında rahatsız olmayanlar azınlıkta değiller. Bu tutumun toplumsal zihniyetle, bu toplumsal zihniyetin de toplumsal yapımızla doğrudan ilgisi var.
***
Türkçemizdeki “ele verir talkını kendi yutar salkımı” sözünün tarif ettiği tutum yalnızca bir kişinin kuralları yüzsüzce çiğnemesi değil, bazen de başkaları için geçerli olan kuralların kendisi için geçerli olmadığını düşünmesidir.
Bugünkü Türk toplumu açısından konuya bakarsak, herkes için geçerli kabul edilen kuralların çiğnenmesi veya sınırların aşılması için bencillik ve yüzsüzlük gibi birtakım “haslet”lere duyulan ihtiyacın yanısıra psikolojik savunma mekanizmalarının da devreye girdiğini görüyoruz. Konuyla ilgili açıklamalara olduğu kadar “taraf”ların medyasındaki yaklaşımlara da yansıyor bu.
Böylece noktada toplumun tâbi olduğu yasalar kadar bireylerin uyması beklenen ahlak kuralları da herkes için geçerli olmaktan çıkıyor. “Biz ve onlar” karşıtlığının olduğu yerde “ortak değer” olmuyor.
***
Bir yakınını özel kalem müdürü yapan belediye başkanı “güvenebileceğim başka kimse yoktu” derken yalan söylemiyor muhtemelen.
Yani mesele sadece tek taraflı akraba kayırmacılığı değil; yalnızca yakınlarımıza duyduğumuz sevginin sonucu değil nepotizm. Aynı zamanda akraba dayanışması yoluyla kendi güvenliğimizi temin etme isteği. Hukuk güven vermiyor, devlet güven vermiyor, siyaset yoldaşları güven vermiyor, toplum güven vermiyor… Ancak aynı kandan olduğumuz kişilerle dayanışmamıza güvenebiliyoruz.
Çünkü toplumsallaşmanın ilkel aşamasında olan insanlar yalnızca kendi kanından olanlara güvenebileceklerine dair bir içgüdü sahibidirler. İlkel çağlarda, belki evrimin erken aşamalarında o zamanın yaşama ve hayatta kalma şartları çerçevesinde teşekkül etmiş “kandaş dayanışması”na dayalı örgütlenmelerin esası budur.
Peki, bu doğal/iptidai/ refleksif tutumların çok geride kalmış olması, bugünkü medeni dünyada yerinin olmaması gerekmez mi?
Evet… Şehirleşme süreci, şehir hayatındaki standart rol taksimine dayalı ekonomik ve politik düzen (bireyleşme) ve objektif hukuk geliştikçe kandaşlık dayanışması gibi mekanizmaların anlamı ve varlığı büyük ölçüde ortadan kalkar. Ancak Türkiye’de bir kısmı bize has bazı kültürel problemler, bir kısmı da hızlı ve plansız şehirleşmenin doğurduğu karmaşa, bir kısmı da düpedüz kötü yönetim yüzünden iktisadi modernleşmemiz seviyesinde bir politik modernleşme gerçekleşmedi.
Sonuçta şehirlileşme aşamasına gelmemiş perakende topluluklar gibi biz de “zihniyet olarak” yeniden toplumsallaşma sürecinin ilk aşamasına dönmüş durumdayız. Ama aynı zamanda şehirlerde yaşıyoruz, devletimiz var, hukuk sistemimiz var... Yani yanlış yerdeyiz.
Sosyal ve siyasi hayatta yaşanan sıkıntıların, hukuk dışılığın, kutuplaşmanın, nepotizmin vs. en temel sebebi bu.