28 Mayıs 2023’teki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan AK Parti lideri Erdoğan “Ülkemiz hizmetlerle, eserlerle, müjdelerle dolu dolu geçireceği ilave bir 5 yıl daha kazanmıştır” diye bir tweet atmıştı.
O gün bugündür pek müjde işitmedik hükümet cihetinden ama zaten bütün müjdeler seçim öncesinde verilmişti. Karadeniz’den gaz, Gabar’dan petrol fışkırıyordu. Avrupa bizi kıskanıyordu. Dünyanın en büyük ekonomileri arasına giriyorduk. Uzaya sert iniş yapacaktık, mülakatı kaldıracaktık, yerli savaş uçaklarımızı göklerde uçuracaktık.
Daha ne olsun… Verilmemiş müjde kalmadı. Verilmemiş müjde kalmadığı için de çoktandır yeni müjde işitmiyorduk.
Neyse ki Adalet Bakanımız bu hasreti bitirdi, “Dünyanın en büyük adalet sarayı Ankara’da inşa ediliyor” diye kocaman bir müjde verdi.
Dünyayı kıskandıracak bu eser 622 bin metrekare kapalı alana sahip olacakmış. Ne mutlu bize. Böylece adalet saraylarından adalet bekleyen herkesin yüreğine su serpilmiş oldu.
Biz acı acı gülüyoruz ama Adalet Bakanımızın müjdesiyle sevinecek insanlarımız da var. Çünkü bizim millet yatırım sever, bu ülkede yatırım denildi mi akan sular durur.
Yatırım da inşaattır esas olarak. Gözle görülmeyen elle tutulmayan yatırımlar pek yatırım olarak görülmez çünkü. Bu yüzden siyasetçilerimiz boyuna gözle görülen, elle tutulan yatırımlarla çıkarlar karşımıza.
Eğitimde yatırım okul inşaatıdır, sağlıkta yatırım hastane inşaatıdır, sporda yatırım stadyum inşaatıdır.
İnşaat yaparken maliyet, ihtiyaç, öncelik gibi hususlar pek dikkate alınmaz. Vatandaşın zaten bunlardan haberi olmaz. Bu işlerin üzerinden yapılan yolsuzluklara dikkat çekenler ise “Sen yatırıma mı karşısın!” denilerek susturulur. Susmasa da kamuoyunda pek etki bırakamaz. Çünkü bu millet yatırım sever…
Bu yüzden siyasetçilerimiz fırsat buldukça başlarında baretle fotoğraf çektirirler ki “çalıştıkları” belli olsun. Yatırımın simgesi inşaat başındaki baretli siyasetçidir.
Yine de dünyanın en büyük adalet sarayını inşa etmekle övünmek “şecaat arz ederken sirkatini itiraf etmek” gibi bir şey. Zira bu ülkede dünyanın en büyük adalet sarayına ihtiyaç olduğunu söylemiş oluyorsunuz. Bunun ne anlama geldiğini anlamak hiç zor değil.
Bu bir yana, binaların büyüklüğü veya sayılarının çokluğu mu önemli, bu binaların gördüğü fonksiyon veya bu binaların içinde yapılan işlerin niteliği mi?
Bizde aynı zamanda kemiyeti keyfiyetin önünde tutma eğilimi var. Toplumsal bir arıza bu. Ancak siyasetçiler için elverişli bir zemin. Çünkü keyfiyetin savunulacak durumda olmadığı alanlarda kemiyetle övünebilme imkanına sahipler.
Geçenlerde yazmıştım: Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç yıl önce “Türk yükseköğretim sistemi ileri bir seviyeye ulaştı. Üniversite sayımızı 77’den 207’ye çıkardık. Almanya’dan çok çok ilerdeyiz onu söyleyeyim” diyerek dönemin Alman Başbakanıyla ilgili bir anısını aktarmıştı: “Merkel’e 8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var deyince şöyle bir ‘üff’ dedi.”
Türkiye’deki öğrenci sayısını duyunca şaşkınlığını “üff” diyerek gösteren Merkel’in ülkesinde eğitimin kalitesi nasıldır, diye düşünenlerin sayısı fazla olmadığından gurur okşayıcı bir anekdot bu.
“Dünyanın en büyük adalet sarayı Ankara’da inşa ediliyor” müjdesi niye gurur okşamasın?