Bugünlerde “İktidar yanlış yapmaz, ortada bir yanlış varsa başkasının suçudur” felsefesini savunan kalemlerin hedef gösterdiği iki adres var. Biri muhalefet. “Rahat bırakmıyorlar ki çözelim sorunları…”
2018’de değeri 4 TL civarında olan dolar Başkanlık rejimine geçilip bütün güç tek elde toplandıktan sonra dört yıl içinde 15 TL seviyesine gelmişse bunun sorumlusu elbette muhalefettir!
Buna inanan var mı peki? Evet var. Bir kamuoyu anketinde hayat pahalılığının sorumlusu kim sorusuna katılımcıların yüzde 11’i “Kılıçdaroğlu” cevabını vermişti geçen aylarda.
Bugün bu oran ne kadar değişmiştir bilmiyorum ama söz konusu “yüzde 11” varlığıyla gurur duyulacak bir kesim olmadığı gibi iktidarın bekasını temin etmeye yetecek bir toplam da teşkil etmiyor nihayetinde. Yine de Türkiye gibi toplumsal kutuplaşmanın yüksek olduğu bir ülkede muhalefete muhalefet etmenin siyasi getirisi her zaman var.
Bunun yanı sıra “dış güçler” de daima kurtarıcı rolde olabiliyor. Kurtarıcı derken mahiyeti belirsiz mevcudiyetleriyle birilerini sorumluluktan kurtarma işlevlerinden söz ediyorum. “İyi şeyleri biz yaparız kötü şeyler bize dışarıdan yapılır” bu anlayışa göre çünkü.
Halbuki “Dış güç edemez sana senin sana ettiğini.”
***
Hatırlayacak olursanız hükümet çok uzun bir süre boyunca TL’nin yaşadığı değer kaybını dışarıdan yapılan “kur saldırısı” ile açıklamaya çalışmıştı.
İslam aleminin lideri olarak dünya düzenini değiştirme yönündeki irademizi gösterdiğimiz için birileri düğmeye basmıştı. Güçlü Türkiye’nin daha da güçlenmesini istemeyen birtakım karanlık mihrakların işiydi başımıza gelenler. Sonra bu retorik terk edildi nedense.
Şimdi dış güçlerin yerinde pahalılıktan sorumlu tutulan marketler, bakkallar, kasaplar, pazarcılar, manavlar var… Bunlar ucuza aldıkları ürünü stoklayıp fiyatının artmasına yol açıyor, sonra da yüksek kârlarla satıp büyük paralar kazanıyorlar… (Geçenlerde gazete manşeti de olan bir başka senaryoya göre ise bunu yapmaları karşılığında muhalefetten milyon dolarlar alıyorlar.)
Bu yine de bir aşama… Zira iktidar çevreleri uzunca bir süre ekonomide herhangi bir sıkıntının olmadığını veya olan sıkıntıların abartıldığını savunageldiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan birkaç ay önce “Amerika’nın halini, İngiltere’nin halini görüyorsunuz değil mi? Benzin yok benzin. Aynı şekilde Almanya’da kuyruklar, Fransa’da kuyruklar... Yiyeceklerini bulamıyorlar. Elhamdülillah, Türkiye’de böyle bir sorun yok” diye konuşuyordu.
Şimdi pahalılıktan dolayı bakkal, manav, market vs. suçlanıyor olsa da ekonomide bazı sorunlar olduğu da kabul ediliyor. Enflasyonun yüzde 70’lere fırladığı bir ülkede “Yok bir şey, muhalefet abartıyor” demeye devam etmek insanları aptal yerine koymak olacağından sürdürülebilir bir siyaset yöntemi değil ne de olsa…
Gerçi yine siyasetin cephe hattını ideolojik ve kültürel çatışma alanlarında tutmak için gayret gösteriliyor. Yine toplumdaki kutuplaşmanın artışından medet uman bir siyaset güdülüyor. Ama ekonominin geldiği nokta o kadar vahim ki artık “Ekonomimiz gayet iyi, herkes bizi kıskanıyor” falan denilemiyor kolay kolay.
***
Mevcut şartlara uyarlanmış yeni siyasi strateji “Evet, ekonomide bazı problemler var ama bunu çözecek olan yine biziz” propagandasıyla oy desteğini ayakta tutmak. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 öncesindeki ekonomik durumla daha sonraki süreçteki ekonominin mukayesesi özellikle yapılıyor bunun için. “O zaman nasıl düzelttiysek yine düzeltiriz” deniliyor.
Söylenenler gerçekten de doğru. 2002 öncesinde ekonomik kriz ve yüksek enflasyon vardı, sonraki on yıl boyunca ise enflasyon kontrol altında tutuldu. Kur ve faiz dengesi korundu. Bu arada ülkeye gelen dış sermaye ve yatırımlar ekonomiyi büyüttü.
Peki, özellikle 2013’ten itibaren bu gidişatı kim tersine çevirdi? Kılıçdaroğlu mu? Ortak aklı esas alan bir kadro partisi olma iddianızdan sizi CHP mi vaz geçirdi? Yönetimin kişiselleştirilmesi, merkezileştirilmesi, dar bir çevrenin kontrolüne girmesi muhalefetin suçu mu? Hem partide hem de hükümette görev alma kriteri olarak ehliyet ve liyakat yerine sadakatin belirlenmesi size dış güçlerin kurduğu bir tuzak mıydı?
2013’ten itibaren her fırsatı değerlendirip adım adım otokrasiye yönelen kimdi? Muhalefet mi, dış güçler mi? Muhalefet mi yoksa dış güçler mi yönetimde rasyonaliteden uzaklaştı, kurumları etkisizleştirdi, toplumsal kutuplaşmayı arttırdı, güven iklimini ortadan kaldırdı, ahbap çavuş siyasetiyle ahbap çavuş ekonomisinin önünü açtı?
Şimdi 2002’den sonra yapılanlara referans veriliyor ya, acaba o süreçte ekonomik parametreler gayet olumluyken “Faiz sebep, enflasyon neticedir” iddiası savunuluyor muydu? “Faiz düşerse enflasyon da düşer” anlayışı doğrultusunda mı yönetiliyordu ekonomi?
Son dönemde ekonomi biliminin ve yönetim tecrübesinin gereklerinin yerine getirilmemiş olması sonucunda milletçe yaşadığımız sıkıntıların çözümünün 2002 sonrasının tecrübesinde yattığını söyleyenler niye o dönemin politikalarını bugün uygulamıyorlar öyleyse?
“Başkanlık” yönetimine geçildikten sonra ortaya çıkan sıkıntıların çözüm adresi olarak “Başkanlık” öncesi dönemi referans vermek tuhaf değil mi? Hani Başkanlık sistemine geçildikten sonra görecektik faizle, kurla, şunla bunla nasıl mücadele edileceğini?