Cumhuriyet’in fazileti

İbrahim Kiras

Bizim bu topraklar üzerindeki yaklaşık bin yıllık tarihimiz boyunca gerçek manada beka endişesi hissettiğimiz iki dönem olmuştur. İlki 12. ve 13. yüzyıllardaki birbirini takip eden Haçlı Seferleri ile Moğol İstilası sırasında. İkincisi Cihan Harbi ve devamındaki Millî Mücadele yıllarında.

Her ikisi de haklı endişelerdi. Nitekim ilkinin sonunda Türkiye Selçuklu Devleti yıkıldı; ikincisinin ardından Osmanlı İmparatorluğu. Bu hadiselerin ilki uzunca bir süreye yayıldı; ikincisi nispeten çabuk gerçekleşti.

Millî mücadele ise kelimenin tam anlamıyla bir beka mücadelesiydi. Kaybedilmiş olsaydı Türk devletinin ve Türk milletinin Anadolu topraklarında varlığını sürdürme imkânı kalmayacaktı.

Cumhuriyet de aslında Millî Mücadele’nin bir sonucudur. Ama doğrudan değil, dolaylı sonucu. Mütareke ile birlikte ülkenin kaderi üzerinde söz hakkı kalmamış ve yönetme gücünü kaybetmiş bir rejimin yerine Millî Mücadele’nin lider kadrosunun yönetimi ele almasının tabii neticesi olarak teşekkül etti Cumhuriyetimiz.

1923’de ilan edilen yeni rejimin bir “inkılap” çerçevesinde yeni kurumlar ve yeni bir yönetim anlayışı oluşturduğu kabul edilir. Oysa inkılapların olduğu kadar rejimin karakterinin de Osmanlı’dan tevarüs edildiği tarihî bir hakikat. III. Selim ıslahatı, II. Mahmut reformasyonu, Tanzimat hareketi, birinci ve ikinci Meşrutiyetler nasıl birbirinin devamıysa Cumhuriyet de bütün bunların sonraki halkası durumunda.

Haddizatında Cumhuriyetin kuruluşunun ardından yeni rejimin uygulamaya koyduğu bazı radikal değişikliklerin toplumun belirli kesimlerinde uyandırdığı tepkiler de bir önceki reform dönemlerinde tıpatıp yaşanmış reaksiyonlar. Gelgelelim, bu süreçteki tartışmaları bağlamından koparıp bugüne taşımak, yüz yıl sonra “Cumhuriyetin faziletini” tartışma konusu yapmak sağlıklı bir tutum değil.

*****

Geçen yılın Cumhuriyet Bayramında şunu yazmıştım: Kimileri bir noktaya takılmışlar. “Cumhuriyet neden mesela mutlakiyetten veya meşrutiyetten daha üstün bir rejim olsun ki” diyorlar. Bu yoldaki itirazlarını şöyle temellendiriyorlar: “Ona bakarsan Arnavutluk da cumhuriyet, Mısır da cumhuriyet. Ama hiçbirinde demokrasi yok. Buna karşılık İngiltere, Hollanda, Belçika gibi ülkelerde ise cumhuriyet yok, krallık var. Demek ki esas olan cumhuriyet değil demokrasi.”

Bunlar ilk bakışta doğru tespitler gibi görünüyor. Ancak bu düşünüş tarzında doğrularla yanlışları birbirine karıştırarak konunun özünü kaçırma riski var. Çünkü adında cumhuriyet kelimesi bulunan bütün devletleri bu siyasi modelin örneği sayacaksak adında demokrasi geçen devletleri de demokrasinin temsilcisi saymamız gerekir. Kuzey Kore, Kongo, Laos vs.

Bu yanlış bakış açısı demokrasi ile cumhuriyetin birbirine rakip yönetim anlayışları gibi görülmesinden kaynaklanıyor. Bir de hem yakın tarihteki sosyokültürel dönüşümlerin kimi kesimlerde doğurduğu rahatsızlıklar hem de güncel siyaset bağlamındaki saflaşmalar çerçevesinde resmi cumhuriyet diskuruna itiraz gerekçesi aranmasından. Mevcut siyasi ve sosyal yapıdaki problemlerin anayasal düzenden kaynaklandığı düşüncesiyle, cumhuriyete karşı demokrasiyi savunma fikrinden söz ediyorum.

Bize has bir tartışma da değil bu. Batı dünyasında daha çok teorik zeminde yapılıyor bu tartışma. Bunlara değinmenin yeri burası değil. Ancak, en temelde Yunan ve Roma politik modellerinin veya yönetim anlayışlarının farklılığına dayanan bu ayrıma ilişkin olarak, aslında demokrasi ile cumhuriyetin zannedildiği gibi birbirine karşıt siyasi anlayışlar olmadığını, hatta aynı olgunun farklı adları olduğunu söyleyenlerin bulunduğunu da kayda geçirmek durumundayız.

***

Oysa cumhuriyet ve demokrasi derken, antik çağda ortaya çıkmış olan ve modern toplumun politik sorunlarını açıklamak için de halen kullanmaktan vaz geçemediğimiz iki ayrı kavramdan, halk hakimiyeti anlayışının iki farklı yorumundan söz ediyoruz.

Modern siyasi düşüncenin kavramları olarak, cumhuriyet toplumun ortaklıklarını, demokrasi ise farklılıklarını güvenceye alır. Biri despotizmi önleyebilmek için siyasal katılımı görev olarak vaz’ eder ve vatandaşın sorumluluğuna vurgu yapar, öbürü ise bireyin ve alt toplum kesimlerinin hak ve özgürlüklerine sahip çıkmanın totaliterliğin engeli olduğunu düşünür.

Cumhuriyet -tıpkı demokrasi gibi- bu çağda ortaya çıkmış bir siyasi model değil. Ülkeyi ve toplumu yönetme ayrıcalığının herhangi bir aileye (veya zümreye) verilmediği düzendir esas olarak cumhuriyet. Egemenliğin kamunun uhdesinde bulunmasıdır. Bunu gerçekleştirmenin yöntemi ise her devirde ve her toplumda farklı olmuştur. Mamafih üç hususta ayırt edici vasıfları değişmeden günümüze gelmiştir cumhuriyet fikrinin: (Yöneticilerin özel çıkarlarına karşı) toplumun ortak çıkarı, (keyfi yönetime karşı) kanun hakimiyeti, (bireysel inisiyatif yerine) kolektif sorumluluk…

Manası düşünülmeden Atatürk’e atfen tekrarlanıp durulan “Cumhuriyet fazilettir” sözünün aslı ise bir sosyopolitik hedef olarak cumhuriyet fikrinin gerçekleşmesi yolunda yurttaşların yönetime katılım için gösterdikleri çaba ve fedakarlıkların fazilet olduğu görüşüdür. Yani böylesi faziletlere sahip bir toplumun rejimidir cumhuriyet. Biz öyle bir toplum muyuz, bunu konuşmak lazım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (103)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.