İktidar ile muhalefetin farkı: Muhalefet son yıllarda iyice yoğunlaşan sıkıntılara yönelik çözümler vaat ediyor. Ekonomiyi toparlamak, yargıya çekidüzen vermek gibi “sıradan” vaatlerde bulunuyor.
İktidar ise asla sıradan şeyler söylemiyor. Türkiye’nin İslam dünyasının lideri olacağını, dünyaya hükmedeceğini, topraklarımızdaki petrol ve doğalgazı çıkararak zengin olacağımızı, Ay’a gideceğimizi, uzayı fethedeceğimizi, savaş uçağı ve uçak gemisi inşa ettiğimizi, İstanbul’da açılan finans merkezinin Londra ve New York’un rakibi olacağını vs. vs. söylüyor.
İktidar cephesinin seçim propagandasındaki avantajlarından biri bu. Seçmenine “görünen” alelade gerçeğin yerine “görülmek istenen” bir alternatif gerçeği sunabilmesi. İnsanların akıllarından mantıklarından ziyade duygularına hitap edebilmesi yani.
Çünkü biz insanlar çoğunlukla en kritik konularda bile duygularımızla karar veren canlılarız. Dolayısıyla hoşumuza giden yalanları hoşumuza gitmeyen gerçeklere tercih edebiliriz.
Öyleyse ecnebilerin “post-truth” dedikleri anlayışı temel alan politikası iktidara bir seçim zaferi kazandırabilir mi?
Hayır, bu zor. Çünkü “post-truth” anlatısı bütün toplum üzerinde değil, yalnızca belirli sebeplerle mevcut gerçeğin gerçekliğini kabullenmek istemeyen bir kesim üzerinde etkili olabilir. “Belirli sebepler” dediğimiz ise politik angajmanını bir aidiyete bağlayan veya kişisel bir iddia olarak benimseyen insanların bu duygusal tercihlerine makul gerekçeler bulma ihtiyaçlarıdır.
Buna karşılık, politik tercihlerini belirlerken bu türden duygusal prangalara bağlı olmadan karar verebilen insanlar da vardır toplumda. Bunlar her ne kadar çoğunluğu oluşturmasalar da nihai tablonun oluşturulmasında belirleyici olurlar. Seçmen tercihlerinin psikolojik dinamikleri üzerinde çalışma yürüten davranış bilimciler bu kitlenin oranının hemen her toplumda yüzde on civarında olduğunu söylüyorlar.
Bu durumda iktidar cephesi, kendi kemik tabanını “post-truth” anlatılarla ikna edebilse bile, birincisi duygusal olarak muhalif olan geniş kesimi, ikincisi de rasyonel gerekçelerle karşısında yer alan nispeten daha dar ama önemli bir kesimi bu yolla ikna etmeye muvaffak olamayacaktır.
Demek ki iktidarın “artısı” gibi görünen “post-truth” retorik aslında eksiltilici bir işlev görebilir.
Evet, insanoğlu aklından ziyade duygularıyla karar veren bir canlı ama beşer nüfusunun tamamı da kendi bariz çıkarını görmezden gelecek kadar aklını peynir ekmekle yemiş değil.
Politik tercihlerini kişisel bir iddiaya dönüştürmüş olanlar dışında insanlar şöyle düşünürler herhalde:
Öyle bir hükümet ki… Orman yangınını söndüremiyor… Depremde 48 saat boyunca müdahale edemiyor… Vatandaşın cebindeki paranın değerini koruyamıyor… Soğan sarımsak fiyatını kontrol etmeye gücü yetmiyor... Ama bana dünyaya hükmedecek silahlar yaptığını anlatıyor!
Üstelik daha önceki seçimlerde verilen sözlerin hiçbiri gerçek çıkmamışken şimdi anlattıklarına nasıl inanalım, neden inanalım?
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında, “Türk tipi başkanlık” diye tarif edilen yeni bir sistem getirildi, “bütün dertlerin devası bu” denilerek… “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” vaadiyle…
Yetkiyi verdik ama sonuç ortada! Yetkiyi verdiğimiz gün dolar kuru 3,5 TL civarındaydı. Bir litre süt 2 TL’ye, bir kilo kıyma 35 TL’ye alınabiliyordu.
Faizle, şunla bunla uğraşılmasının sonucu olarak, hepimiz fakir düştük.
Çünkü tek bir kişinin tek başına devleti yönetmesi fantezisini hayata geçirmek üzere bir “sistem” kuruldu.
Bu sistemde kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı, parlamento etkisizleştirildi, devlet kurumları işlevsizleştirildi. Kadrolarda liyakat yerine sadakat esas alındı. Eğitim çöktü, sağlık çöktü, tarım çöktü. Dış politika iç politikaya meze yapıldı.
Kovid salgını bu sistemin işlemediğini gösterdi… Orman yangınları bu sistemin çöktüğünü gösterdi… Depremde yaşananlar bu sistemin iflas ettiğini gösterdi… Ekonomide son beş yıldır devam eden baş aşağı gidiş bu sistemin çalışmadığını gösterdi.
Şimdiyse… bu sistemin çöktüğünü, çalışmadığını, devlete ve millete büyük zararlar verdiğini bizzat yaşayarak gören insanlardan gördüklerini unutup başka bir alternatif gerçeğe inanmaları isteniyor.
Bunu yapan var, “belirli sebepler” dolayısıyla. Ancak ne toplumun tamamı ne de kendi seçmen tabanının tamamı bunu yapabilir.
“Post truth” anlatılar bir yere kadar işe yarayabilir ama seçim kazandıracak kadar da değil.