Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen hafta partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunu söylemişti: “Çankaya, Beşiktaş, Kadıköy, Şişli gibi yerlerdeki seçim sonuçlarına bakın, hiçbirinin ülke gerçekleriyle ilgisi olmadığını görürsünüz. Türkiye yansa da şaha kalksa da bunların umurlarında değildir. Buralardaki seçmen profili Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesimden oluşuyor.”
Bu sözlere bekleneceği üzere tepkiler, itirazlar geldi. Türkiye’nin pastaya benzetilmesi ve toplumun kaymak yiyenler ve yiyemeyenler şeklinde kategorize edilmesi eleştirildi. Doğal olarak bu yaklaşımı destekleyenler de çıktı. Ama sağlıklı bir tartışma doğmadı buradan.
Erdoğan’ın haklı olduğu nokta, toplumun orta ve üst kesimlerinin merkez sağ partiler yerine kendisini sosyal demokrat olarak tanımlayan veya siyasi yelpazedeki yerini bu şekilde tayin eden bir partiyi desteklemelerindeki çelişki. Ama bu çelişki Türk toplumunun veya CHP’nin değil, siyaset biliminin ve sosyolojinin çelişkisi!
Demek ki siyasi tercihleri tek başına ekonomik faktörlerle açıklamaya çalışmak yanlış. Avrupa toplumlarının tarihî ve aktüel tecrübelerine dayanan birtakım teorik modellemelerin Türkiye’nin gerçekleriyle birebir örtüşmesini beklemek hata.
Bu çerçevede CHP’nin gerek politikaları gerekse toplumsal temsil rolleri itibarıyla siyaset yelpazesinin sağında mı yoksa solunda mı sayılması gerektiği yıllardır tartışılır. Bu partinin daha ziyade toplumsal merkez-çevre karşıtlığı içinde kültürel/ideolojik bir cephe olarak görülmesi gerektiği savunulur. Bunlar tamam ama sebeplerle sonuçların yerini değiştirmek, toplumdaki çarpıklıkların sorumlusu olarak siyaset kurumundaki aktörleri görmek ne kadar doğru bir tutum?
Mesela Alevi oylarının neredeyse bütününü CHP’nin alıyor olması, merkez sağ partilere bu kesimden hiç oy gitmiyor oluşu sosyal düzenimiz açısından sağlık belirtisi değil. Dinî inançların, etnik kökenlerin, kültürel kimliklerin vs. oy verme tercihlerinde bu derecede etkili olması gelişmiş toplumlarda rastlanamayacak bir toplumsal problemin ifadesi. Modernleşme ve milletleşme süreçlerini tamamlamamış olmanın doğurduğu semptomlar.
Ancak CHP seçmeni hakkındaki “Türkiye pastasının kaymağını yiyen kesim” tanımlaması da kendi içinde bazı problemler taşıyor. En başta, bir siyasi parti kendisine oy vermeyen seçmeni değil, o seçmenin oyunu almaya yeterli gelmeyen kendi siyasetini sorgulamak ve sözkonusu kesimlerden de oy almanın yolunu aramak durumunda değil midir?
Sadece İstanbul’da veya Ankara’da değil, ülkenin hemen her tarafında seçmenin eğitim ve gelir seviyesinin artışına paralel olarak AK Parti’ye desteğin azalıyor olması merkez sağ siyaset açısından alarm zili olarak görülmek zorunda. Diğer yandan ise CHP’nin veya genel olarak sol siyasetin de bugüne kadarki siyasi tutum ve performansının kendisini geniş halk kitlelerine ulaştıramadığını görüp radikal bir makas değişikliğine yönelmeyi göze alması gerekiyor. Ama gerek ideolojik takıntılar ve kurumsal alışkanlıklar gerekse parti içi çekişmeler buna izin vermiyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun atmaya çalıştığı birtakım adımların içeride nasıl engellendiğini dışarıdan bakanlar bile görebiliyor.
AK Parti bu anlamda daha şanslı. Erdoğan’ın atmak istediği herhangi bir adımın engellenmesi bir yana, itiraz görmesi bile düşünülemeyecek seviyede bir lider otoritesi var iktidar partisinde. Ne var ki burada da toplumsal kutuplaşmanın getirdiği kolay başarıları bırakıp kuşatıcı bir siyasete yönelme iradesi epeyce zamandır revaç bulmuyor.
Oysa buradaki çelişki şu ki AK Parti iktidarlarının 16 yıldan bu yana izlediği politikaların da katkısıyla teknolojik gelişme/şehirlileşme/bireyleşme yönünde dönüşmekte olan Türk toplumunda artık kutuplaşmaya dayalı kimlik siyaseti giderek sürdürülemez hâle geliyor. AK Parti’ye 18-25 yaş arası gençler arasındaki desteğin ülke ortalamasının neredeyse yarısı seviyesinde olması boşuna değil.
CHP’yi neden eleştiriyorduk? Toplumun geniş kesimlerine ulaşmasını engelleyen duvarları yıkmak için kuşatıcı siyasetler geliştirmek yerine “makarna kömür” edebiyatıyla bu kitleleri ötekileştiriyor diye… Kutuplaştırıcı siyasetin yangınına odun atarak kendi felaketine hizmet ediyor diye…
CHP şimdi o kısır döngüden çıkmanın yollarını ararken AK Parti elitinin de benzer bir tehlikenin farkına varması gerekiyor. Toplumsal kutuplaşma belirli dönemlerde parti tabanının konsolidasyonuna katkı yapabilir, ama bu kalıcı ve yapısal bir katkı olmaz. Toplumsal gelişmelere ve toplumsal taleplerin çeşitlenmesine yönelik yeni siyaset arayışı içinde olmak yerine konsolidasyon siyasetinin kolaycılığına teslim olmak geleceği riske atmak demek.
Bu bağlamda muhalefet tabanının hiç değilse bir bölümünü ülkenin kaymağını yemekle suçlamak AK Partiyi destekleyen kesimlere yöneltilen “bedava makarna ve kömür” karşılığında oy verdikleri suçlaması kadar gerçekçi. Her iki yaklaşım da siyasi zaaf ifadesi. Çünkü oyunu alamadığı kesimlerin tercihlerini siyaset dışı faktörlere ve bilhassa kişisel çıkarlara bağlama kolaycılığı.
Toplumdaki farklı duyarlıkları hesaba katmayan, toplumsal değerlerin hiç değilse bir bölümünü görmezden gelen, insanların kendi ülkelerinin geleceği hakkındaki tasavvurlarını dikkate almadan siyasi tercihleri kişisel çıkarla açıklayan yaklaşımlar hiç kimseyi hiçbir yere götüremez. Yalnızca kavga çıkarmaya yarar. Kavgayla da mevziler korunabilir ama bir gelecek inşa edilemez.