Bu toplum niye böyle?

İbrahim Kiras

Epey zamandır bu sütunlarda -fırsat buldukça veya bir vesile çıktıkça- Türk toplumunun bütünleşik olmayan, parçalı, bölünmüş yapısının doğurduğu sosyal ve politik problemleri analiz etmeye çalışıyorum. Bu bağlamda “millet olamama” problemine özellikle dikkat çekiyorum. Kimi zaman mahalle veya kabile metaforlarıyla tarif etmeye çalıştığımız temel mesele toplumumuzun birbirine kapalı kompartımanlardan müteşekkil olan kültürel yapısı. Aslında bu haliyle bildiğimiz manada bir “toplum”un mevcudiyetinden söz edilmesi bile doğru olmasa gerekir. Toplum holistik olarak standart ilişki ve düzen içindeki bireylerin ve zümrelerin meydana getirdiği bir organizma olmak durumunda. Bu yönüyle modern millet kavramının da müradifi olan bir yapı bu. Gelgelelim bugün Türkiye’de mevcut olan sosyal mimari -politik kutuplaşmaları da üretecek şekilde- bir bölünmüşlük içinde.

Türkiye’deki siyaset anlayışının ekonomi başta olmak üzere toplumun maddi ve pratik ihtiyaçlarına cevap bulunması esasından ziyade “kültürel temsil” zemininde şekillenmesi de bunun bir sonucu. Bu yüzden demokratik bir gelenek olan seçimler bizde mahalleler arasındaki bir yarışma ve hatta savaş gibi algılanabiliyor. Böylece siyasi rekabette dezavantajlarını toplum içindeki kompartımanlaşmanın doğurduğu karşıtlıklar üzerinden avantaja çevirmek isteyen politik aktörler başarı sağlayabiliyor.

***

Bir imparatorluk bakiyesi olan Türkiye’nin çok etnili, çok kültürlü sosyal bünyesinin üzerine 1950’li yıllardan itibaren sanayileşme sürecinde yaşanan iç göç ve şehirleşme hadiseleri eklendiğinde sözünü ettiğimiz problemin maddi zemini oluşmuş oldu. Tabii, bir de ülkemizin kendine özel şartları ve yönetim geleneğimizin bir sonucu olarak modernleşme adımlarının tepeden inme gerçekleşmesinin etkilerini unutmamak lazım. Keza laikleşme politikasının hukuk ve siyaset zemininde görülmesi gereken tezahürlerinin yer yer ve zaman zaman bireysel ve gündelik hayata baskı şeklinde ortaya çıkması da üzerinde durduğumuz yarılmayı besleyip büyüttü.

Yani bütünleşik bir topluma kavuşmak aracıyla gerçekleştirdiğimiz modernleşme, milletleşme ve laikleşme adımları tam aksi yönde bir sonuç ortaya çıkardı; toplumda var olan bölünmüşlükleri derinleştirdi ve hatta yeni bölünmeler yarattı.

Elbette problem bize özgü değil; toplum içi bölünmüşlükler hem geçmişte hem de günümüzde birçok ülkenin başını ağrıtan olaylar. Ancak eğer batı toplumlarıyla kıyaslayacak olursak bizdeki “mahalle”ler etno-kültürel sınırlar ve ekonomik temelli sınıflaşmalar gibi maddi olmaktan ziyade sembolik -yani manevi veya psikolojik- birtakım faktörlerin ürettiği ayrışmalara dayanıyor.

***

Yaşadığımız bu sorunların kaynağına ilişkin çok ilgi çekici ve gerçekten özgün bir çalışma geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Siyaset bilimci Murat Önderman psikoloji ve psikiyatri/psikanalizin açıklama modellerini sosyal bilimlerin araştırma nesnesine uygulayarak gerçekleştirdiği çalışmasında toplumsal psikolojimizdeki problemleri teşhis etmeye çalışıyor.

“Türkiye’de Paranoid Ethos” ismiyle vb. yayınları arasında çıkan kitapta yazar siyasi ve sosyal paranoya eğilimlerini Türk toplumundaki en güçlü kültürel eğilimlerden biri olan kolektivizme bağlıyor. Kolektivizm aslında bir toplumdaki ilişkiler sisteminin öncelikle bireyler ve guruplar arasındaki dayanışma ve birlik duygusuna dayanması demek. Ancak Önderman heterojen bir yapısı olan toplumlarda kolektivizmin bütünleştirici değil ayrıştırıcı olabileceğini ileri sürüyor. Kolektivizmin toplumsal grupların yalnızca kendi içlerinde geçerli oluşu, dayanışma ve birlik değil, çatışma üreten bir mekanizma çıkarıyor karşımıza. Bireysel kimliklerin grup kimliği içinde önemsizleştiği bu yapıda toplumsal gruplar kendi içlerinde dayanışmaya azami derecede önem verirken öbür gruplara ise azami kuşkuyla bakıyorlar.

Yazara göre bu problemlerin temelinde birtakım sosyokültürel dinamiklerin ürettiği toplumsal psikolojimizdeki sorunlar var. En başta da paranoya eğilimi. Yazar bu sorunun temelinin ahlaki olduğunu savunuyor. Kültürel anlamda heterojen bir yapısı olan Türk toplumunda kolektivist zihniyet ahlakın etki alanını grup sınırları içine hapsediyor. Böylece öbür grupların davranış normlarından emin olamayışın getirdiği kuşku ve güvensizlikler ağır bir paranoya oluşturuyor. Bunun sonuncunda ise sosyal ve politik kutuplaşmalar, bugünlerde yine gündemde olan seçmen tercihlerindeki rasyonel olmayan tutumlar vs. ortaya çıkıyor… vs. vs…

Kitabın özetini verecek değilim ama yeri geldikçe bu çok önemli çalışmanın ortaya koyduğu teşhisleri, tespitleri ve çözüm önerilerini ileride fırsat buldukça tartışmak isterim. Konuya ilgi duyan herkese ve bütün sosyal bilimcilere de naçizane öneririm bu değerli eseri.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (45)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.