Geçenlerde kadim dostum Selman Gemuhluğlu, herhalde benim ilgimi çekeceğini düşünerek, The Economist’te çıkan bir araştırmayı gönderdi. ABD toplumu içindeki Alman kökenli vatandaşların etnik kimliklerinin görünürlüğünün son zamanlarda artış göstermesini konu alan kapsamlı dosya gerçekten de ilgi çekici detaylar içeriyor. Bu konulara ilgisi ve vakti olanların bulup okumasını tavsiye ederim. (“German-Americans The silent minority”, The Economist, Feb. 7th 2015) Çünkü yazıyı okursanız, sözgelimi -tabii İspanikler Küba kökenli, Meksika kökenli vs diye ayrıldığı takdirde- Alman kökenlilerin ABD nüfusu içindeki en büyük etnik grup olduğunu öğreniyorsunuz.
Census Bureau (ABD’nin resmi istatistik kurumu) verilerine göre 2013 yılında 46 milyon Amerikalı “Alman kökenli” olduğunu beyan etmiş. İrlanda kökenliler 33 milyon, İngiliz kökenliler 25 milyon kişi. Ne var ki diyor The Economist, sayılarına rağmen toplumdaki Alman kökenlilerin etnik kimliği hiç belirgin değil. Sözgelimi Michael Dukakis’in Grek, Kennedy Ailesi’nin İrlanda veya Mario Cuomo’nun İtalyan kökenli olduğunu herkes bilir. Ama çok az kişi Temsilciler Meclisi Başkanı John Boehner’in veya ABD’nin en parlak siyasetçilerinden Kentucky senatörü Rand Paul’ün etnik kökeninin farkındadır. Aynı şekilde Pfizer, Boeing, Steinway, Levi Strauss veya Heinz gibi büyük firmaların Almanya topraklarına kadar uzanan kökleri de pek bilinmez.
Alman kökenli nüfusun ABD toplumu içindeki görünmezliğinin değişik sebepleri var; ama ilk akla geleni iki dünya savaşında Almanya’nın ABD ile karşı karşıya gelmesi. O dönemlerde Alman kökenlilere düşman veya potansiyel hain gözüyle bakılmış. Sokaklarda saldırıya uğramışlar; okullarda Almanca yasaklanmış; hatta bütün Amerikalıların çok sevdiği Sauerkraut’un (Alman usulü lahana turşusu) adını değiştirip “liberty cabbage” (özgürlük lahanası) demişler. Gerçi bu yeni adlandırma pek tutmamış, sonradan tekrar orijinal isme dönülmüş ama böyle şeylerin her yerde olabildiğini unutmamak lazım. Biz de Rus salatasının adını değiştirip Amerikan salatası yaptık, benzer hislerle.
***
The Economist’deki dosyada okuduklarım arasında beni en fazla ilgilendiren detay, Alman kökenlilerin genel nüfus içinde gelir seviyesi nispeten daha yüksek ve işsizlik oranı daha düşük olan bir kesimi oluşturuyor olmaları. Bunun muhakkak mantıklı bir açıklaması vardır. Mesela, ilk aklıma gelen ihtimal, Alman kökenlilerin en başta yerleşmiş oldukları bölgelerin birtakım coğrafi özellikleriyle bağlantılı ekonomik avantajları burada rol oynuyor olabilir, bilemiyorum. Ancak bir süre önce benzer bir istatistiğe İngiliz toplumu içindeki Norman kökenlilerle ilgili olarak da rastladığım için bu detay bana ilgi çekici geldi.
Normanlar, biliyorsunuz, yaklaşık bin yıl önce İngiltere’yi işgal etmişlerdi. Üç asırdan fazla süren bu işgal sırasında İngilizcenin yerini büyük ölçüde Fransızca aldı. Normanlar da aslında Anglosaksonlar gibi Cermen kökenli. Yani onların da anadilleri Fransızca değil ama İskandinavya’dan gelip yerleştikleri Normandiya’daki yerli halkla karışıp Fransızca konuşmaya başlamışlardı. Gerçi Britanya’da Norman istilasından sonra halk İngilizce konuşmayı sürdürdü ama elitlerin dili Fransızca oldu. Halkın konuşarak yaşattığı İngilizce de Fransızcanın etkisi altında epeyce değişti. Bugünkü İngilizcedeki kelimelerin ciddi bir bölümünün Fransızca kökenli oluşu o işgal yıllarının eseridir.
***
Normanlar işgal ettikleri adada nüfus çoğunluğu oluşturabilecek durumda değillerdi. Dolayısıyla ülkedeki reaya değişmedi. Ama üst tabaka tamamen değişti. Öncelikle tarım arazileri Norman feodallere dağıtıldı. İşgalden on yıl sonra toprak sahipleri arasında İngiliz kökenlilerin oranı %5’e düşmüştü.
Gelgelelim işgal günün birinde sona erdi; yeniden İngilizce konuşan krallar tahta çıkmaya başladı; Normanların toplumsal hayattaki etkileri de yavaş yavaş silindi. Ama birkaç yıl önce yapılan bir araştırmanın sonucuna göre, işgalin sona ermesinden 6 asır sonra bile İngiltere’de Norman soyundan gelenler Anglosakson kökenlilerden daha varlıklı durumdalar.
Bu durum neyi gösteriyor? Ekonomik kalkınma veya toplumsal gelişme dinamiklerinin neler olduğu ve toplumlar arasındaki gelişmişlik farklarını izah etmek için neyin ölçüt alınması gerektiğine ilişkin tartışmaların kıldan ince kılıçtan keskince bir çizgide ilerlemek zorunda olduğu gerçeğini. Yani bazı toplumların başka bazı toplumlardan ekonomik olarak daha gelişmiş durumda oluşlarını coğrafyaya veya kültüre-zihniyete bağlayan açıklama modelleri son dönemde epeyce eleştirilmiş ve yıpranmıştı. Ancak sözünü ettiğim iki örnek bu meselenin görüldüğü kadar basit olmadığını hatırlatıyor galiba.
Bu konudaki farklı görüşleri değerlendirip tartışmaya devam edelim…