Partilerin seçim ittifakı yapmasını mümkün kılan yasa değişikliğini aslında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi gerekli kılmıştı. Çünkü yeni sistemde bir adayın cumhurbaşkanı seçilebilmesi için yüzde ellinin üzerinde oy alabilmesi lazım. Bunu da mevcut şartlarda bir partinin tek başına sağlaması pek kolay değil. En azından bugünkü konjonktürde.
Dolayısıyla asgari müştereklerde birleşebilen partilerin birbirleriyle ittifak ederek seçime katılmaları zarureti kendiliğinden ortaya çıkmıştı. İkincisi, Referandum sürecinden bu yana AK Parti ile adı konulmamış bir ittifak içinde olan MHP’nin cumhurbaşkanlığı seçiminde de bu desteğini sürdürmesi için gerekiyordu seçim ittifakı sistemi.
Buna karşılık, muhalefet partilerinin bir araya gelerek bir ittifak oluşturabilmeleri beklenmiyordu. En başta siyasi zorluklar vardı bunun önünde. İktidar partisi ve lideri sola karşı sağ tabanı kendi bahçesine toplamaya yönelik bir strateji içindeyken sağ partilerin sol bir partiyle seçim ittifakı yapmaları olacak iş değildi. Ama oldu. Hatta muhalefetin “Millet İttifakı” iktidar blokunun “Cumhur ittifakı”ndan daha uyumlu bir resim veriyor dışarıya.
Bu resim her şeyden önce Türk toplumundaki bazı yerleşik anlayışların ve alışkanlıkların değiştiğinin ifadesi. Bu bakımdan da olumlu karşılanmalı. Saadetliler ile CHP’liler neden birbirleriyle kavga etmiyorlar diye şikayetçi olmak yakışık alır bir tutum değil. AK Parti bundan zarar görecek gerçi ama AK Partililerin de bu durumdan toplum barışı adına memnun olmaları gerekir.
***
Esasen her iki ittifak organizasyonunun da sorunsuz çalıştığını söylemek lazım. Ama dışarıdan baktığımızda görülen birtakım pürüzlerin seçim sonuçlarını etkileme potansiyeli taşımadığını da söyleyemeyiz.
Cumhur İttifakı içinde “genel af” anlaşmazlığı çok karakteristik bir sorun. Karakteristik olması MHP liderinin birtakım taleplerinin gerekçelendirilmesinin her zaman zor olması bakımından. Bahçeli’nin ani bir kararla Erdoğan’ın Başkanlık rejimi taleplerine destek vermesi ve yakın zaman önce 24 Haziran seçiminin yolunu açan sürpriz açıklaması da bunlar arasında.
Bahçeli cezaevlerindeki kader mahkumları için af istiyor ama bunu niye istediğini kendi ortağı da bilmiyor, daha da önemlisi bu hamlenin siyasi manasını anlayamıyor. Üstelik bu konudaki tek örnek bu değil.
Söz gelimi BBP’nin cumhur İttifakına dahil edilmesine itirazının siyasi gerekçesini kolayca kavrayabilirsiniz ama kendisinin de kanlı bıçaklı olduğu bazı suç örgütü liderlerinin affı konusundaki ısrarını anlamak kolay değil. Benim görebildiğim kadarıyla AK Parti açısından Bahçeli’nin “kapalı kutu” olma özelliği bir ölçüde tedirginlik kaynağı. Ortağınızın ne zaman ne yapacağını bilemiyorsunuz, çünkü davranışlarına yön veren rasyonalite sizin hiç bilmediğiniz bir yazılım. Bu durumda ne yaparsınız? Birçok şey yapılabilir ama bugün AK Parti için “bir an önce şu önümüzdeki seçimi kazasız belasız atlatalım” demek dışında bir seçenek yok. Bunun için de elinden geldiğince ortağının her davranışına anlayış göstermek durumunda.
***
Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasındaki en önemli fark, ilkinde müttefiklerin birbirleriyle her konuda ittifak halinde olmaları, ikincisinin ise sadece daha fazla milletvekili çıkarmaya yönelik bir iş birliğinden ibaret görünmesi. Daha açık söyleyecek olursak, Cumhur İttifakı yani AK Parti ile MHP Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması konusunda anlaşmış bulunuyorlar. Millet İttifakında ise böyle bir durum söz konusu değil. Muharrem İnce ile Meral Akşener birbirlerinin rakibi. Saadet lideri Karamollaoğlu “bilge” duruşuyla önemli olanın bugünkü iktidara verilecek ders olduğunu, bunun için tarafların istenen fedakarlıklara hazır olmaları gerektiğini söylemesi bir şeyi değiştirmiyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci tura kalması durumunda Millet İttifakı içinde en çok oy alan adayın mı desteklenmesi gerektiği, yoksa Erdoğan’ın karşısına sağ tabanın oyunu alacak birinin çıkarılmasının mı daha doğru olacağı konusundaki anlaşmazlık ortak akıl doğrultusunda fedakârlık gösterilerek çözülemezse bugüne kadar geçilen aşamaların da boşa gideceği muhakkak.