Astana’dan ne çıkar

İbrahim Kiras

Astana’nın önemi, daha önce Suriye ihtilafında karşı saflarda yer aldığımız -ve aslında bugün de teknik olarak aynı safta olmadığımız- Rusya ve İran ile çözüm için masaya oturuyor olmamızdan kaynaklanıyor. Hatta o masada, biliyorsunuz, meşruiyetini ve mevcudiyetini kabul etmediğimiz Esad da oturuyor. 2011’den itibaren “Suriye iç savaşında akan kanı durdurmanın tek çaresi Türkiye’nin İran ve Rusya ile masaya oturmasıdır” diye yazmış ve konuşmuş bir gazeteci olarak o masanın bugün kurulmuş olmasına itiraz edecek halim yok. Çözüm için, yani en azından altı yıldır durmaksızın akan kanın durması için bir fırsat çıktı önümüze.

Ancak şimdiki durumun tamamen pespembe bir tablo oluşturduğunu iddia etmek de doğru değil. Çünkü, öncelikle, ABD’nin ve Körfez güçlerinin bu tabloda nasıl bir yer alacakları henüz belirsiz. Bilhassa Washington’un Suriye meselesine yaklaşımının yeni yönetim zamanında değişip değişmeyeceği veya değişirse hangi yönde değişeceği tam olarak bilinmiyor. Trump’ın sergileyeceği yaklaşım Astana sürecinin başarıya ulaşmasına da yardımcı olabilir, duruma göre etkilerinin sınırlı kalmasına da.

Dikkat ederseniz, Astana görüşmelerine katılan muhalifler burada kurulan masayı ateşkesin sağlanması için bir aşama olarak gördüklerini, nihai bir çözüm planının ancak Cenevre’de görüşülebileceğini söylüyorlar. Gördüğüm kadarıyla Körfez’in yaklaşımı da aynı. Hatta buradaki masanın kurulmasında kilit rol oynamış olan Ankara da bunun aksi yönde bir yaklaşıma sahip değil. Yani Batı dünyası dışlanarak Suriye’de kalıcı bir çözüm bulunmasının mümkün olmadığı görüşü Avrasyacı hayallerin önünde.

Zaten Cenevre sürecini yönetmeye memur edilen BM Suriye Özel Temsilcisi Mistura da Astana’da ana aktörlerden biri olarak bulunuyor. Demek oluyor ki Astana’yı çözüm zemini olarak değil, çözüme hazırlanma zemini olarak görmek daha doğru.

***

Suriye’de çözüm elbette mümkün ama zor. Çünkü işin içinde çok fazla aktör var. Suriye iç savaşının taraflarından her biri uluslararası ve bölgesel güçlerin adeta birer acentesi olarak yer alıyorlar savaşta. Çünkü her birinin dış desteğe ihtiyacı var. Kendi güçleriyle ayakta kalmaya ve savaşmaya imkanları yok. Bu durum da ilk günden beri vekalet savaşı (“Proxy war”) olarak tanımladığımız Suriye meselesinin uluslararası boyutunu öne çıkarıyor. Dolayısıyla bugün de çözüm konusunda sahadaki aktörlerden önce saha dışındaki aktörlerin birbirleriyle uzlaşmasına ihtiyaç var. Bu bakımdan da Türkiye’nin Rusya ve İran’la masaya oturması; aynı masaya Körfez ülkeleriyle ABD’nin de çağrılması bu uzlaşmanın artık acil ihtiyaç haline geldiğini gösteriyor olmalı.

Ancak konuya İran, Rusya ve Suriye rejimi açısından bakarsanız, mesele tekrar karmaşıklaşıyor. Çünkü onlar kendilerini Suriye iç savaşının galipleri olarak gördükleri için son sözü söyleme hakkına sahip taraf olduklarını ihsas eder bir tavır içindeler. Ancak vekalet savaşının diğer aktörlerinin mağlubiyeti kabul edip artık kendilerine dayatılan bir çözüm planına onay vermelerini beklemek pek akıllıca olmaz. Dolayısıyla Suriye ihtilafının yakın bir gelecekte sona ereceğini beklemek fazla iyimserlik olur. Ama hiç değilse sahadaki silahlı çatışmaların, yani kan dökülmesinin önlenmesi veya azaltılması da memnuniyet vermeli.

***

Özellikle Türkiye açısından Suriye’de oluşacak siyasi mimaride Kürtlerin pozisyonu önem taşıyor. Suriye Kürtlerinin çoğunluğunun temsilcisi olarak görünen PYD’nin esas olarak PKK’nın uzantısı hüviyeti taşıması Türkiye’nin Rojava adı verilen kuzeydeki siyasi yapılanmayı kabul etmesine engel. PKK’nın iki sene öncesine kadar devam eden Çözüm Süreci’ni yıkarak terör saldırılarını artırmış olmasının arkasında Rojava konusundaki hesap çatışmalarının yer aldığını söylemek de yanlış olmaz.

Ne var ki jeopolitik realiteyi yok sayma lüksümüz yok. Dolayısıyla bazen ABD’ye bazen Rusya’ya yanaşarak mevcudiyetlerini koruma ve geliştirme yolu arayan PYD’nin sadece Astana görüşmelerine katılmasını engelleyerek bu problemi çözemeyiz. Astana’da masa kurma kararında olduğu gibi yine cesur bir adım atılarak Türkiye’nin milli menfaatlerine uygun yeni bir politikanın devreye sokulması düşünülmeli.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (6)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.