Önceki günkü yazısında yüreğinden kopan feryadı kelimelere döken Ahmet Taşgetiren epey zamandır maruz kaldığı “Savruldunuz” suçlamalarına cevap veriyordu. Diyordu ki “Devlet kanalı size 38 saat, ötekine 38 dakika vermiş. Adalete bakın… Devletin tepe tepe kullanılışına bakın… Anlıyorum ‘devlet sizsiniz’ ama bu da benim his dünyamı allak bullak ediyor. Aynı ‘değer dünyası’nda mıyız diye soruyorum ister istemez? Kim nasıl savrulmuş oluyor bu durumda?”
Sorulması gereken doğru soru bu. Çünkü aslında savrulmuş olanlar savrulmamış olanlardan hesap soruyor bugün!
Malum, söz konusu haksız ve saçma suçlama yalnızca Taşgetiren’e değil, “Eski AK Parti” zamanında bu partinin bazı konulardaki tutumuna destek vermiş veya 2007’deki “e-muhtıra”, 367 rezilliği ve kapatma davası gibi olaylarda statükonun haksız müdahalelerine karşı sesini yükseltmiş olan herkese yöneltilen bir suçlama. “Madem o zaman bizim yanımızdaydınız, şimdi de burada olmalısınız” diyorlar.
“İyi de siz hâlâ orada mısınız?” demek lazım bunlara.
“Savrulan siz misiniz biz miyiz?” diye sormak lazım bugünkü en haklı eleştirilere bile tahammül edemeyip “Nasıl da savruldunuz öyle!” diyen zevata.
***
Bir düşünün, “Mücahitler müteahhit oldu” diyerek AK Partililerin İslami değerleri istismar ederek dünyevi amaçlar peşinde koştuğunu iddia eden ismi malum siyasetçiler ve bazı gazeteciler bir anda fikir değiştirip “müteahhitler” arasına katılınca savrulmuş olmuyorlar mı?
Numan Kurtulmuş’lar, Süleyman Soylu’lar, Devlet Bahçeli’ler, Doğu Perinçek’ler durup dururken mi AK Parti karşıtlığından AK Parti taraftarlığına savruldular?
“Mahalle”nin içinden filizlenen muhalefeti “Ümmeti bölüyorsunuz” ithamıyla etkisizleştirmeye çalışan iktidar sahiplerinin ortaklık kurmak için tercih ettiği yapıların niteliği bir “savrulma” anlamına gelmiyor mu?
PKK ile Çözüm Sürecinde söylenen sözlerin -Suriye’nin parçalanması kavgasında iki taraf iki karşıt cephede yer alınca gerçekleşen ayrışmadan sonra- tam tersinin söylenmeye başlanması ilkesel bir tutum mudur yoksa “savrulma” mı? Bir düşünün.
İktidarlarının ilk döneminde “Kimseyi ötekileştirmeyeceğiz, kimseyi dışlamayacağız, vaktiyle mütedeyyin insanların başına gelenlerin başkalarına yaşatmayacağız” diye kucaklayıcı, birleştirici mesajlar verirken, ikinci dönemlerinde “Bunlar hain… Bunlar alçak… Bunlar terörist…” retoriğinin diline ve üslubuna dümen kıranlar bir yerden bir yere “savrulmuş” olmuyorlar mı?
***
Türkiye’de kişi başına milli gelir başta olmak üzere bütün ekonomik göstergelerin 2013’e kadar (ilk on yıl boyunca) adım adım yükselmesine mukabil 2014’ten bugüne kadar ise sürekli düşüş içinde olması da “savrulma” değil mi?
İktidarlarının ilk döneminde ehliyet ve liyakat sahibi kadrolarla devlet kurumlarını yöneten iktidar partisinin ikinci döneminde “Reis” modeline geçmesi, bu arada tek kişilik yönetimin “Ben ekonomistim” diyerek ekonomiyi de “tek başına” ve kendi bildiği gibi yönetmeye başlaması “savrulma” değil mi?
Üstelik, bunca zamandır “Ben ekonomistim… Faiz sebep enflasyon sonuçtur… Nas var… Heterodoks yaklaşım…” falan diye konuşup durduktan sonra yine yeni bir seçim arifesinde Reuters’a, Bloomberg’e vs. demeç verip “Eski AK Parti” politikalarına geri döneceğini söylemek bir başka “savrulma” değil mi?
***
Çok eski bir tarihte değil, daha 2019’da “Ayasofya açılsın” diyenlere “Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgâh” cevabını verdikten bir yıl sonra görülen lüzum üzerine “Ayasofya’yı siyasete açmak” da bir çeşit “savrulma” değil mi?
İktidarlarının ilk döneminde milli irade her şeyin üstündedir diyenler, ikinci dönemlerinde İstanbul belediye başkanlığı seçimini kaybedince “Hiçbir şey olmasa bile bir şey oldu” gerekçesiyle seçimi iptal ettirdiklerinde “savrulmuş” olmuyorlar mı?
“Ulvi bir gayeye ulaşmak için her yol mübah” diye inanan FETÖ’cülerin mantığını devralıp seçim kazanmak için sahte afişli, taklit broşürlü, montajlı, organize karalama kampanyaları düzenlemek “savrulma” değil mi? Bu yapılanları savunmak için “Harp hiledir” hadisini istismar etmek “savrulma” değil mi? Bu yaklaşımla milletin en az yarısını kendileriyle harp edilmesi gereken kafir veya münafık zümresine sokmak “savrulma” değil mi?
***
İşe bakın ki esen rüzgâra kapılmayanlara, ilkelerini terk etmeyenlere, inançlarını koruyanlara, insani önceliklerini kaybetmeyenlere diyorlar “Siz nasıl savruldunuz öyle!” diye…
Oysa… Kendisini cezaevinde ziyarete gelen yakın dostu Emerson’ın “Henry, neden buradasın” sorusuna, “Waldo! Asıl sen neden burada değilsin?” karşılığını veren Thoreau gibi, bütün bu olup biten “savruluşlar” neticesinde ortaya çıkan facia tablosundan rahatsız olmayıp hâlâ tekkeyi bekleyenlere sormak lazım: Siz niye savrulmuyorsunuz kardeşim?