İktidar kanadı yeniden anayasa konusunu gündeme getirmeye hazırlanıyormuş gibi görünüyor. Nitekim “Önceliklerimizin en başında Türkiye’yi darbe anayasasından kurtarmak var” dedi önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan.
Darbe anayasası denilen metin 1982’de halkın yüzde 92’sinin kabul oyuyla yürürlüğe girmişti. Aradan geçen kırk yıl boyunca parça parça her tarafı değişti bu metnin aslında. Hatta Orhan Aldıkaçtı kalkıp da şimdiki metni görse “Bunu kim yazdı” diye sorar muhtemelen. Bu süreçte yapılan değişikliklerin büyük bölümü de AK Parti iktidarları devrinde gerçekleşti. Son olarak devletin yönetimini parlamenter sistemden başkanlık sistemine dönüştüren 2017 anayasa değişikliği “ülkedeki bütün sorunların nihai çözümü” olarak sunulmuş ve çoğunluk tarafından onaylanmıştı. Daha önce 2010’daki değişiklik için de benzer şeyler söylenmişti. Keza 2007 değişikliği için de.
Ama nedense her değişiklikte bir şeyler eksik kalıyor, bilahare yamalı bohça yeniden tezgâhın üstüne getiriliyor. Peki, bahsedilen değişiklikler duçar olduğumuz dertleri çözebildi mi? Ne yazık ki hayır.
TBMM’nin cumhurbaşkanı seçme iradesine yönelik tehditlere karşı yapılan 2007 değişikliğiyle “Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi” esası getirildi çözüm olarak mesela! Bu değişiklik partili cumhurbaşkanı uygulamasını ve bilahare başkanlık düzenini doğurdu. Yargıdaki vesayet düzenini ortadan kaldırmak için yapılan 2010 değişikliği ise yargının FETÖ tarafından ele geçirilmesine yol açtı. 2017 değişikliğinin neler getirdiği ortada zaten.
***
Her şeye rağmen “alıcısı” olan bir konu bu. Ne de olsa anayasa aydınlarımızın kızıl elmasıdır. Bir türlü ulaşılamayan kutsal hedef. Öyle ki Abdülhamid’in askıya aldığı 1876 anayasasının yeniden yürürlüğe konulması için büyük bir mücadele verip nihayet 1908 devrimiyle bu amacı gerçekleştiren kadrolar içinde mezkûr anayasa metnini okuyan çok az kişi olduğu söylenir. Bugün de iyi niyetli bazı aydınlarımızın ülkedeki sorunların çözümü için aklına gelen yegâne araç bu.
Oysa siyasetçi için anayasa başka konularda yapmak istediği işlerin yolundaki engelleri ortadan kaldırmak için kullanılan bir maniveladır. Ülkedeki gündemi değiştirmenin de en kolay yoludur bu arada. Çünkü anayasa dediniz mi daha önce halının altına süpürülmüş ne kadar tartışma konusu varsa tekrar ortalığa dökülüverir birden. Sonra toparla toparlayabilirsen!
Bizim gibi kutuplaşmış bir toplumda “milletin müşterek mutabakatı” demek olan bir anayasa metni ortaya çıkarabilmek mümkün değildir. Hatta bu türden girişimler sorunları daha da büyütebilir.
Anayasa niçin lazımdır? Milletin birliğinin ve bir arada yaşama iradesinin hem manevi hem de hukuki çerçevesini belirlemek için.
Amaç toplumun farklı kesimlerinin kaygılarını ve korkularını, karşılıklı güvensizliklerini gidermeye yönelik bir sosyal mukavele veya bir milli konsensüs oluşturmaksa bunun yolu anayasa kavgası çıkarmak değildir.
***
Daha önceki başka bir anayasa tartışması vesilesiyle yazmıştım: Anayasanın tartışılması demek toplumdaki ideolojik fay hatlarının açığa çıkması demektir. Din ve laiklik tartışmasının tekrar patlaması demektir… Milli kimlik ve etnik kimlikler meselesinin süpürüldüğü halının altından çıkarılması demektir.
Maalesef bu konular yeniden tartışılmaya başlandığında hiçbirimiz sessiz kalamayız. Hepimizin dertleri çünkü bunlar. Kimimiz toplumdaki dini görünürlüğün ortadan kaldırılmasına yönelik politikaların bir gün geri dönmesinden kaygılı, kimimiz din adına baskıcı bir kültürün topluma zorla dayatılmasından. Kimimiz ülkenin bölünmesinden endişe duyuyor, kimimiz etnik kimliğinin yok edilmek istendiğini düşünüyor. Bu kaygıların gerçek sahipleri bir araya gelip, aralarına kötü niyetli kışkırtıcıları almadan oturup konuşsalar belki birbirlerini anlayacaklar, belki kaygılarının veya korkularının beyhude olduğunu görecekler ve bir uzlaşıya varacaklar. Ama bu mümkün olmuyor ne yazık ki. Siyasi temsil pozisyonundaki kişiler ve gruplar “eldeki meselenin” ortadan kalkmasına razı gelmiyorlar çoğu zaman.
***
Şunu da unutmamak lazım: Halkın ezici çoğunluğu için, özellikle ekonomideki sıkıntılarla uğraştığımız bugünlerde, anayasa tartışması fazlasıyla “lüks” bulunabilir.
1960’larda.. yani aydınlar, sivil-asker bürokrasi ve siyasi kadrolar arasında “yeni anayasa” tartışmalarının en ciddi boyutta sürdüğü bir sırada “sokaktaki adam”ın meseleye yaklaşım tarzını dile getiren bir şiir bomba gibi düşmüştü gündemin ortasına…
Şemsi Belli’nin daha sonra şarkısı yapılan, filmlere konu olan, yıllarca konuşulan “Anayasso” başlıklı şiiri, Hakkâri’de Zap Suyu’nun kıyısında yaşayan ve suyun üstüne tel gererek tehlike içinde karşı kıyıya geçmek zorunda olan insanların İstanbul’da ve Ankara’da sürdürülen anayasa tartışmalarına bakışını acı bir mizahla yansıtıyordu:
“Şavata’tan Angara’ya ses getmiir / Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir / Malımız yoh / Yolumuz yoh / Angara’ya ses verecek dilimiz yoh / Ganadımız, golumuz yoh / Bu ne biçim memlekettir hooy babooov?”
“Yerin, yurdun adresesin bilmirem / Angara’da: Anayasso! / Ellerinden öpiy Hasso / Yap bize de iltimaso / Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov?”