Dün ölen Hans-Dietrich Genscher Almanya’nın yakın tarihinde etkili olmuş önemli figürlerden biriydi. Pek “Türk dostu” gibi görülmediği için ülkemizde hiçbir zaman popüler bir isim olmasa da Avrupa için sembolik anlamı olan bir şahsiyetti. Fazla klişe bir laf olacak belki ama Genscher’in ölümüyle Alman siyasetinin bir döneminin de bir bakıma aktüel hayattan tarih sayfalarına intikali gerçekleşmiş oldu.
Genscher’in kişisel hayatı da Almanya’nın yakın tarihiyle paralel bir çizgi izliyor. Nazi partisinde ve Hitler ordusunda başlayıp liberal demokrat siyasete ulaşan bir hayat çizgisi… Genscher’in nesli İkinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ve yıkılmış çıkan Almanya’yı hem ayağa kaldırmak ve galiplerin böldüğü ülkelerini yeniden birleştirmek hem de söndürülemeyen “Alman ihtirası”na yeni bir kanal bulmak zorundaydı.
Avrupa Birliği projesi bu iş için biçilmiş kaftan oldu Almanlara. Avrupa kıtasını hakimiyet altına alma hedeflerine ulaşmak için bir kılıf… Oysa AB projesi aslında Almanları dizgin altında tutmaya yönelik bir Amerikan projesiydi. Yalnızca AB değil, NATO da “Rusları dışarıda, Almanları aşağıda” tutma stratejisinin ürünüdür. NATO’nun ilk genel sekreteri Lord Ismay bu teşkilatın “Rusları dışarıda, Amerikalıları içerde ve Almanları aşağıda tutmak amacıyla” kurulduğunu açıkça ifade etmiştir.
Ama Almanlar da bu durumdan şikâyetçi olmadılar hiçbir zaman. Çünkü Alman ihtirası dinmez bir enerjidir ve özellikle iki büyük savaşta kontrolden çıkarak kendi kendilerine de zarar veren bir güce dönüşmüştür. Bu yüzden onlar da kendilerini perdeleyecek partnerlerle çalışmayı bir fırsat olarak gördüler.
Üstelik Almanlar için bu çok yeni bir strateji de sayılmazdı. “Kutsal Roma İmparatorluğu” tecrübesini hatırlayın. Ortaçağda birtakım Germen feodallerinin eski Roma İmparatorluğu’nun varisi olmak iddiasıyla oluşturdukları bu konfederasyon hakkında Voltaire iğneleyici diliyle “Bu kendilerine Kutsal Roma İmparatorluğu denilen kitle ne kutsaldı, ne Romalıydı, ne de imparatorluktu” demiş ve eklemişti: “Sadece bir yığın Almandı!”
Dolayısıyla Almanlar arkasında durup dikkat çekmeden gelişmelerini sürdürecekleri bir sütreye ihtiyaç duydukları için AB projesine dört elle sarıldılar. Bir de tabii gerçek düşmanlarının Fransızlar değil kıta dışındaki Anglosakson gücü olduğunu düşündükleri için. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından benzer biçimde Fransızlar da “büyük şeytan” Anglosaksonlar yerine “küçük şeytan” Almanlarla sırt sırta vererek varlıklarını garantiye alabileceklerini düşünmeye başlamışlardı. De Gaule bu yaklaşımı “şeytana karşı burjuva ile anlaşmak” diye tarif eder.
Anglosaksonlar da Alman stratejisinin farkında olduklarından Birlik’in üzerinden ellerini çekmediler hiç. İngiltere’nin AB üyelik başvurusu iki kere reddedildi. Üçüncüsü, ancak De Gaulle’den sonra ve zar zor kabul edildi. Ama hem Almanlar hem de Fransızlar bugüne kadar daima İngiltere’yi “ABD’nin Truva Atı” olarak gördüler ve ona göre davrandılar.
Türkiye’nin üyeliğine itirazları da aynı gerekçeye dayanıyordu. Almanlar -daha çok Fransızları öne sürerek- Birlik’in siyasi ve kültürel insicamının bozulmasını engellemek için Türkiye’nin üyeliğine karşı çıktılar. Bize Truva Atı olarak bakmakta belki de haklıydılar; çünkü bizim AB üyeliğimizi destekleyen tek güç harici bir aktör olan ABD’ydi.
İşte Hans-Dietrich Genscher de Alman politik aklının temsilcisi ve açık sözlü bir siyasetçi olarak Türkiye’nin AB üyeliği hakkında çok olumsuz bir tutum sergiledi kariyeri boyunca. Ama hem Genscher’in hem de onun neslinin “büyük strateji”si sonuçta büyük bir trajediye dönüştü:
Malum, Demir Perde’nin yıkılması üzerine Almanlar ikiye bölünmüş olan ülkelerini birleştirme fırsatı buldular. Bununla yetinmediler. 19. asırdan beri “Hayat Sahası” (lebensraum) dedikleri bölgedeki irili ufaklı ülkeleri de AB’ne aldılar. Ne var ki “üçüncü genişleme” adı altında gerçekleştirilen bu “tarihî başarı” aynı zamanda “Birleşik Avrupa” hedefinin iflası oldu. Çünkü Türkiye’yi “ABD’nin Truva Atı” diye almadıkları AB asıl şimdi Anglosakson cepheyle işbirliğine hazır olan küçük küçük ülkelerle “genişlemişti”.
Avrupa Birliği dışarıdan etkiye en fazla açık ve “Fransalmanya”nın egemenliğinin en az olduğu bugünkü dönemine böyle girdi. Almanya’nın “üstte” olacağı bir Avrupa mimarisi tasarlayıp bunun için bir ömür veren nesilden Hans-Dietrich Genscher’in bu stratejinin en nihayet duvara tosladığını gördükten sonra hayata veda etmiş olması çok acı.