Hollanda hükümetinin Türk bakanlara karşı sergilediği muameleyi hoş görebilecek aklı başında tek bir Türk vatandaşının çıkacağını sanmam. Keza doğrudan Türkiye’yi hedef alan bu aşağılamayı protesto eden Hollanda’daki vatandaşlarımıza uygulanan polis şiddetini mazur görmemiz de beklenemez. Dolayısıyla milli onurumuzu korumak üzere bu yapılanların hesabının sorulması hem hükümetin hem de bütün devlet kurumlarının üzerine düşen bir görev.
Ancak bu krizi nasıl yönetmemiz gerektiğini, sürecin aleyhimize dönmesini nasıl engelleyebileceğimizi ve yaşananların gerçek sebebini düşünüp anlamaya çalışmakta da fayda var. Ne var ki bu gayreti siyasetçilerden beklemek çok doğru olmayabilir. Siyasetçinin öncelikli görevi toplumun hassasiyetlerini gözeterek ihtiyaç duyulan adımları belirli bir form içinde atmaktan ibaret. Daha fazlası akademisyenlerin, sanatçıların, gazetecilerin yani genel olarak toplumun aydın kesimlerinin işi.
Bu çerçevede iki gündür gazete köşelerinde hamasi nutuklar yanında az da olsa konuyu anlamaya yönelik değerli analizler de çıktı. Ama güncel krizi kuşbakışı görebilen daha bütüncül ve daha kuşatıcı bir yaklaşıma da ihtiyaç olduğu ortada…
Türkiye ile Hollanda arasında baş gösteren krizin tarafların milli çıkarlarını ilgilendiren bir temeli olmadığı doğru… Asıl meselenin her iki ülkenin de bugünlerde seçim sath-ı mailinde bulunuyor olmasından kaynaklandığı da doğru... Öte yandan, yaşanan krizin sonuçlarının her iki ülke açısından da olumlu olmayacağı ise başka bir doğru…
Ancak bütün bu doğru tespitler arasında gözden kaçırılan nokta Avrupalı siyasetçiler için Türkiye ile veya husûsen Cumhurbaşkanı Erdoğan ile zıtlaşma görüntüsünün siyasi puan kazandırdığı gerçeği. Bunun sebeplerini tespit etmek her iki taraf açısından da güncel çekişmelerin getirisinden daha önemli.
***
Eğer ortak bir Avrupa kimliğinden veya Avrupa ruhundan söz edilebilirse bunu en iyi temsil edebilecek ülke Hollanda’dır. Bugünkü Avrupa’yı oluşturan temel değerlerin ve kurumların çoğunun doğuşunda ve gelişiminde Hollanda pay sahibidir. En başta da kapitalizmin…
Modern Avrupa medeniyetinin temelinde 12. yüzyıldan itibaren ilk olarak bugünkü Hollanda şehirlerinde ortaya çıkan ve bilahare kuzeybatı Avrupa’da hızla yaygınlaşan burjuva sınıfının geliştirdiği kapitalist toplum ve ekonomi modeli var.
Diğer yandan, modern ulus devlet modelinin de ilk örneklerinden biri Hollanda. Zaten bugünkü hükümran ulus devletler sistemi de Hollanda şehirlerinin İspanyol hakimiyetine karşı başkaldırmalarının sonucu olarak ortaya çıktı. Modern Avrupa tarihinin ve bugünkü kıta kültürünün alametifarikalarından Protestanlığın yeşerip geliştiği ve bu bağlamda din özgürlüğü kavgasının verildiği toprakların başında da burası geliyor.
Önce ticari kapitalizmin, sonra din özgürlüğünün ve burjuva demokrasisinin kalesi olan “Alçak Ülke” (Hollanda’nın diğer adı Nederland’ın anlamı bu. Deniz seviyesinin aşağısında olmasından dolayı.) modern çağın başlangıcından bugüne kadar Avrupa kıtasının yaşadığı bütün serüvenlerin aktörleri arasında oldu. Unutmayalım ki Wallerstein kapitalist Dünya-Ekonomi’nin ve Dünya-Sistem’in 16. asırdaki merkezinin Hollanda olduğunu, yani bu ülkenin dünya tarihindeki ilk modern hegemon olduğunu söyler.
***
Nüfusuna veya yüzölçümüne takılmadan bakarsanız, Hollanda’nın önemsiz bir ülke olmadığını görürsünüz. Dahası, Avrupa kıtasındaki tarihî gelişmelerin motor gücünü teşkil eden fikir ve değerlerin üreticisi ve temsilcisi olan ülkelerin başında da yine Hollanda geliyor. Dolayısıyla kıtanın halihazırda mustarip olduğu dertler bu ülkenin de dertleri. Yabancı düşmanlığı, ırkçılık, islamofobi gibi sorunlarla temayüz eden değerler krizinden söz ediyorum. Avrupa toplumları Avrupa’yı inşa eden temel değerlerle sorun yaşıyorlar. Bu yüzden de Hollanda başbakanı siyasi rakibi olan ırkçı partiyle yarışabilmek için demokrasiden ve fikir hürriyetinden taviz vermek pahasına Türkiye’yle kavgayı göze alıyor.
Avrupa’da benzer bir suçlamayı Türkiye’ye yönelik olarak dile getirenler yok değil gerçi ama bu noktada Türk siyasetçilerin ülkeye alınmaması, konuşturulmaması veya sınır dışı edilmesi gibi kararları alan merci Türk hükümeti olmadığına göre “Ama siz de seçim sath-ı mailindeki Hollanda hükümetini tahrik ettiniz” diyerek Ankara’nın bu krizin ortak faili gibi gösterilmesi adil değil.
Ama bizim de konuyu piyangodan çıkan bir iç siyaset malzemesi olarak görmemiz yanlış olur. Aksine azami bir sorumluluk duygusu içinde olaya yaklaşmamız gerekiyor. Çünkü mesele iç politika meselesi değil Türkiye’nin dünya üzerindeki yeriyle ilgili bir mesele.
Ne olursa olsun, her halükârda milli çıkarlarımızın ve ideallerimizin neyi gerektirdiğini hesaplamak önceliğimiz olmalı…