Seçimden sonra herkes milliyetçi oylardan, milliyetçiliğin yükselişinden, milliyetçilerin bölünmesinden vs. bahsediyor. Ama üzerinde bu kadar konuşulan milliyetçiliğin ne olduğunu anlayamıyoruz konuşulanlardan. Konu üzerinde kafa yorması gereken kişilerin düşünüp taşınmadan konuştuğu, konuyu bilmesi gerekenlerin anlamını bilmeden diline doladığı “klişe laflar” işitiyoruz en fazla.
Kimse kusura bakmasın, “sokaktaki adam” söylese, “kahvehanedeki amca” dile getirse fazla sorun olmayabilir ama bunları gazete yazarları yazınca, üniversite hocaları konuşunca “orada dur” demek gerekiyor.
Konuşulanlardan anladığımıza göre, bölücü terör örgütlerinin oluşturduğu güvenlik tehditleri konusunda hassasiyeti olan insanlarmış milliyetçiler. Peki, o zaman milliyetçi olmayan kim var? Gerek iktidar partilerine gerekse muhalefet partilerine oy versin, bu ülke insanının ezici çoğunluğunun milli birliğimiz ve terör tehditleri konusunda hassas olmadığını kim söyleyebilir?
Kimilerine göre de ülkedeki sayısı bilenmeyen sığınmacıların varlığından rahatsız olanlarmış milliyetçi denilen kişiler. Konuya yabancı düşmanlığı basitliğinde tepki gösteren küçük bir azınlık dışında, sığınmacı sorununun doğru dürüst yönetilememesinden şikayetçi olan ve bunun daha büyük sorunlara yol açabileceğini düşünenlerin sayısına bakarsanız, burada da yine milliyetçi olmayan kim var sorusunu sormanız gerekir.
***
Liberal aydınlarımıza sorarsanız, Erdoğan seçimin ilk turunda yüzde 49 oy aldı çünkü AK Parti milliyetçi oldu. Eskiden sosyalist aydınlarımız kendilerinden olmayan herkese faşist derdi. (Hatta Maocular Sovyet taraftarlarına sosyal faşist adını yakıştırmışlardı.) Şimdi de liberaller beğenmedikleri her görüşe milliyetçilik adını veriyorlar. Sol liberaller de öyle İslami liberaller de.
AK Parti’nin ikinci dönemi için “devletçi ve güvenlikçi politikalara yöneldi” diyorlar. Bunun da milliyetçilik demek olduğunu söylüyorlar. Güvenlikçi politika nasıl milliyetçilik demek oluyor, orasını açıklamıyorlar yalnız.
“İktidar sahipleri iktidarlarını sağlamlaştırmak için baş vurdukları güvenlikçi politikaları milliyetçiliğin arkasına sığınarak, yani toplumun milli konulardaki hassasiyetlerini kullanarak meşrulaştırmaya çalışıyorlar” deseniz, tamam. Ama milliyetçiliğin güvenlikçilik diye tarifi hangi kitapta yazıyor?
Buna rağmen yine de güvenlikçi politika derken neyi kastettiklerini az çok anlıyorum da devletçi ne demek, onu hiç bilmiyorum. Mesela İngilizce söyleseler bunu nasıl söyleyecekler, merak ediyorum. Bizim bildiğimiz, CHP’nin de altı okundan biri olan, devletçilik ekonomide kamu kontrolünü savunan görüştür.
AK Parti’nin böyle bir görüşü var mı? Bunu mu savunuyor? Gerçi ülke ekonomisinin tümüyle parti kontrolü altında olmasını istiyordu, hatta tek bir kişinin keyfine bağlı olması için uğraşıyordu ama bu başka bir mesele.
Galiba, bu arkadaşlar “İktidar partisi ikinci döneminde devletçi politikalara yöneldi” derken, söz konusu zevatın “devlet kavramını yüceltmeye ve kendi iktidarlarının bu yüce değerin arkasına sığınarak meşrulaştırmaya çalıştıklarını” söylemek istiyorlar. O zaman öyle söyleyin. “Devletçi politikalar” ne demek?
Kaldı ki milliyetçiliğin “devleti yüceltme fikri veya duygusu” şeklinde bir tarifi de hiçbir kitapta yazmıyor.
Belki zorlarsanız faşist ideolojinin tarifi çıkar bu söylenenlerden. Doğru, devlet kavramını yüceltme eğilimi milliyetçilik hareketlerinin çoğunda da görülen bir özellik. Ama devlet kavramıyla arasına mesafe koyan hangi ideoloji var, anarşizm felsefesi dışında?
***
Aslına bakarsanız, “Yeni AK Parti”nin devlet kavramını yücelten söylemindeki asıl sorun başka bence.
Evet, gerçekten de “Yeni AK Parti” söyleminde yüceltilen bir devlet var ama bu mevcut devlet değil, muhayyel veya mutasavver bir başka devlettir. Geçmişte var olmuş ve bugün yeniden diriltilmek istenen bir yapıdır bu. Ama bildiğimiz geçmişte değil, zihinlerde yeniden üretilmiş olan farklı bir geçmişte.
Millet de öyle. Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan eşit yurttaşların ortak geçmiş duygusu ve ortak gelecek arzusuyla oluşturduğu millet değil, varlığı “ötekiler” karşısında veya ötekilerin varlığının vehmettirdiği tehdit algısına göre anlam kazanan toplum kesimidir AK Partinin milleti. Bu “millet” aktüel anlamıyla ise en fazla AK Parti seçmeninden oluşan bir kitleden ibarettir. Geri kalanlar ise “onlar” diye ifade edilen “öteki”lerdir.
Buradaki marazi yaklaşımın milliyetçilik demek olmadığını bilmek için biraz sosyal bilim terminolojisine aşina olmak bile yeterli aslında. Mesela sosyal bilimlerin terminolojisinde “popülizm” diye bir kavram var.
Onu bilmek AK Parti ideolojisini anlamayı ve doğru adlandırmayı temin edebilir belki.
***
Aşağıdaki satırlar iki yıl kadar önce bu sütunlarda çıkan bir yazıdan:
Popülizm denildiğinde bizim aklımıza halk dalkavukluğu diye tanımlanabilecek bir “tutum” geliyor ama siyaset bilimciler popülizm derken yeni bir “siyasi ideoloji”den söz ediyorlar. Dolayısıyla birbirinden çok farklı toplumsal yapılar ve kültürler içinde yer alan Trump’tan Chavez’e, Berlusconi’den Maduro’ya, Duterte’den Mori’ye, Orban’a kadar birçok isim popülist ideoloji bayrağını birlikte taşıyorlar. Aynı şekilde söz gelimi Le Pen’in veya Wilders’ın aşırı sağcı partileriyle Syriza ya da Podemos gibi sol hareketler de popülist kategorisi içinde buluşabiliyor.
Sosyal pozisyonu, eğitimi, kültürel donanımı, ekonomik imkanları vs. itibarıyla ülkedeki çoğunluktan farklılaşmış olan elit zümrenin yozlaşmış, yabancılaşmış olduğu, milleti temsil etmediği, milletin egemenliğini gasp etmiş olduğu fikridir popülizm. Ne var ki elit tanımına kimlerin gireceği somut bir kritere dayanmaz. Siyaset bilimcilerin elit diye tanımladığı “düşman zümre”nin adı da farklı toplumlarda farklı olabilir. Ama aynı zamanda popülizm milleti ve milli iradeyi -milletle özdeşleşmiş- karizmatik bir liderin tek başına temsil edebileceği fikridir. Milleti temsil vasfı olan bir liderin devleti de milletten aldığı yetkiyle dilediği gibi yönetmesi gerektiği düşünülür. Bu bağlamda anayasal kurumlar ve basın da ayak bağı veya düşman olarak görülmektedir.
Alman siyaset bilimci Jan-Werner Müller popülizmin daha ziyade çoğulculuk karşıtlığı boyutuyla tanımlanması gerektiğini savunuyor, üstelik Türkiye’den bir örnek üzerinden: “Popülistlere göre yalnızca ve yalnızca kendileri milletin temsilcisidirler. Mesela kendisini eleştirenlere ‘Millet biziz. Siz kimsiniz?’ diye seslenen Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı düşünün. Erdoğan muhaliflerinin de kendisi gibi Türk olduğunu biliyor elbette. Milleti yalnızca kendisinin temsil ettiği iddiası ampirik değil ahlaki bir iddia.” (Erdoğan aslında bu yaklaşımın daha ileri ve daha net örneğini Müller’in kitabının yayımlanmasından sonra yaptığı bir konuşmada verdi. “Türkiye ile AK Parti’nin kaderi adeta bütünleşmiştir; Türkiye’yi seven AK Parti’yi seviyor, Türkiye’den nefret eden bizden de nefret ediyor” dedi.)
Alman siyaset bilimci sözlerinin devamında ise şunu söylüyor: “İktidar yarışı sırasında popülistler siyasi rakiplerini ahlâksız ve yozlaşmış elitin unsurları olarak resmederler; iktidara geldikten sonra ise hiçbir muhalif hareketi meşru kabul etmezler. Popülist mantığa göre kendi partilerini desteklemeyenler milletin asli unsuru değildirler. Yani popülistler ‘Biz yüzde 99’uz’ demezler, ‘Biz yüzde 100’üz’ derler.” (Jan-Werner Müller, “What Is Populism?”, University of Pennsylvania Press, 2016)