İsrail ile sürdürülen normalleşme görüşmelerinin sonuçlandığı haberini dün “Düşman azaltma yolunda ilk adım” manşetiyle verdik. Zaten daha önce de dış politikada yaşanan sıkıntıları aşmanın yolu olarak “düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak” formülasyonunu dile getirmiştik. Nitekim bilahare Cumhurbaşkanı Erdoğan da dış politikada yeni hedef olarak bu formülasyonu ifade eden açıklamalar yaptı. Binali Yıldırım da başbakanlık görevine başlarken aynı formülasyonu yeni hükümetin dış politika doktrini olarak ilan etti. Ama zaten büyük ihtimalle bu konudaki hazırlıklar Davutoğlu hükümetleri döneminde başlatılmıştı ve aslında bir hükümet politikası olmaktan ziyade bir devlet politikası olarak gündeme gelmişti.
Demek istediğim, bizim dünkü manşetimiz siyasi iktidarın dış politika alanında attığı adımları müspet, daha doğrusu zorunlu görmenin ifadesi. İçine düştüğümüz sıkıntılı halden kurtulmanın başka çaresi yok çünkü. Yedi düvelle kavga halinde olmanın bedeli ağır. Suriye krizi dolayısıyla bir yandan İran ve Rusya ile diğer yandan ABD ve Almanya ile karşı karşıya gelmenin faturası olarak PKK’nın “şehir savaşı” saldırısına karşı tek başına kalmış olmamız yeterince anlamlı bir örnek. Hatta stratejik müttefikimiz ABD, terör örgütü PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi bize karşı desteklemekten geri durmuyor. İran ve Rusya’nın bu hususta yaptıklarını söylemeye bile gerek yok. Avrupa’nın en güçlü ülkesi Almanya ise son günlerde eski dostluğumuza sığmayan bir tutum içinde. 1915’in yüzüncü yıldönümünde bile yapmadıklarını bu sene yapıp meclislerinde bizi soykırımcı ilan ettiler. Şimdi de Türkiye’yi terör örgütüne yönelik mücadelesinden dolayı savaş suçu işlemekle suçluyor Almanlar. Sayılan devletler dışında İsrail, Irak ve Mısır da son dönemde aramızın açık olduğu komşularımız. Katar dışındaki Körfez ülkeleri ve özellikle BAE de bu listede epeydir.
***
İşte böyle bir tabloda gerek İsrail’le gerekse Rusya’yla ilişkilerin düzeltilmesi yolunda atılan adımlar, hoşumuza gitsin gitmesin, gerekli olduğu için müspet görülmek durumunda. Zaten bu gelişmeler karşısında Türkiye’de herkes sevinçten zil takıp oynuyor değil. Eli kanlı İsrail’le yapılan anlaşmadan memnun olmayanlar da var ve birçok bakımdan haklılar. Ülkemizin Cumhurbaşkanı’nın Rus mevkidaşından özür dilemesini içine sindiremeyenler de var ve onlar da hiç haksız değiller. Ancak gelinen nokta itibarıyla hoşumuza gitmeyen bu adımlar atılmamış olsa, yarın çok daha can acıtıcı ve belki haysiyet kırıcı çözümlere razı olmamız gerekecekti. Bunu görmek lazım.
Mesele bu ülkenin çıkarları; mesele bizden sonraki nesillere bırakacağımız miras. Dolayısıyla tek tek ağaçlara bakmak yerine bir bütün olarak ormanın durumunu dikkate almalıyız. Bu çerçevede şimdiye kadar hükümetin dış politika tercihlerini eleştirip sapılan yanlış yollardan geri dönülmesini isteyen muhaliflerin şimdi atılmaya başlanan adımlara destek olması tutarlılık ve vatanseverlik gereğidir. Dış politikayı iç politikaya alet etmek dün de yanlıştı, bugün de yanlış. Bunu iktidar da yapsa yanlış muhalefet de yapsa yanlış. Bu noktada anlaşalım öncelikle. Bütün köklü demokrasilerde hiç sorgulanmadan riayet edilen yazılı olmayan bir yasadır bu: Dış politika milletin ortak çıkarları demektir; iç politik çekişmelerin konusu yapılamaz.
***
Kendi payıma söyleyecek olursam, bu konularda yanlış olduğunu düşündüğüm politikaları -uygulayıcısı kim olursa olsun- eleştirmekten geri durmadım. Son beş yılın gazete arşivlerinde bulunabilir yazdıklarım. Şimdi de yanlıştan dönmek yolunda atılan her adımı -uygulayıcısı kim olursa olsun- alkışlamaktan imtina etmem. Çünkü derdimiz bağcı dövmek değil üzüm yemek olmalı.
Bugün bazıları için “Mavi Marmara şehitlerinin kanı kurumamışken İsrail’le barışamazsınız” diyerek veya “Suriye’de Esad güçleri adına Türkmen kardeşlerimizi katleden Rusya’dan nasıl özür dilersiniz!” diye ortaya atılarak kahramanlık yapmak kolay. Ama milletinizin çıkarlarını düşünüyorsanız kolay olanı değil doğru olanı seçmek zorundasınız.