Referandumdan bir gün önce bu köşede çıkan yazımda “Yarın akşam sandıklardan 7 Haziran 2015 seçimindekine benzer bir sonuç çıkması güçlü ihtimal olarak görünüyor” şeklinde bir ifadeye yer vermiştim.
Netice benim tahmin ettiğim gibi çıkmadı. Az bir farkla da olsa evet oyları önde tamamladı yarışı. Nerede yanıldığımı -veya gerçekten yanılmış sayılıp sayılamayacağımı- açıklamam gerekiyor galiba. Öncelikle şunu ifade edeyim ki 16 Nisan’da alınan netice bir seçim başarısıdır. Aradaki farkın az olmasının bu anlamda bir önemi yok. Şaibe iddiaları da ispatlanabilmiş değil. Sosyal medyada dolaşan videolar en fazla birtakım münferit usulsüzlüklerin ifadesi olabilir. YSK’nın mühürsüz zarflar konusundaki tutumunda ciddiyetsizlik görülüyorsa bile bu da seçim sonucunun tartışmaya açılmasına imkân verecek bir hadise sayılmaz.
Bu bakımdan kendi görüşümüz ne olursa olsun sandıktan çıkmış olan sonuca saygı göstermek zorundayız. Ne var ki halkın onaylamış bulunduğu sistem değişikliğinin getirip götürecekleri konusundaki uyarılarımızı, eleştirilerimizi ve itirazlarımızı geri çekmek durumunda değiliz. Ben şahsen kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran, denge ve denetleme mekanizmalarını zayıflatan aşırı merkeziyetçi bir yönetim sisteminin ciddi riskler taşıdığını düşünüyorum hâlâ. Halk oylamasında onaylanmış olması benim fikirlerimi değiştirmemi gerektirmiyor.
Aslında asıl problem halk oylamasında neyin onaylandığı konusu zaten… 16 Nisan günü yaklaşık 48 milyon vatandaş sandığa gitti. Bu 48 milyon kişi arasında onay verdikleri veya karşı çıktıkları 18 maddeyi okumuş olanların sayısının milyonla ifade edilebileceği söylenemez herhalde. Kimse yanlış anlamasın, Jakobenlerin “halk cahil; onun için doğru karar verme ehliyeti olamaz” fikrini savunuyor değilim. Benim dediğim durum eğitim veya gelir seviyelerine göre yahut şehir ve kırsal bölge ayrımlarına göre değişen bir durum değil. Türk toplumunun davranış modelleriyle ilgili bir durum. Biz siyasi tercihle oy kullanmıyoruz; sosyolojik veya kültürel aidiyet ve taraftarlık duygusuyla oy kullanıyoruz genellikle.
***
Peki, 16 Nisan referandumunda AK Parti seçmeni aidiyet duygusuyla hareket ettiği için mi evet kazandı? Bunun cevabı hem evet hem hayır. Evet, AK Parti seçmeni -tıpkı diğer partilerin seçmen tabanları gibi- çoğunlukla aidiyet duygusuyla hareket etti. Mesela, referandum sürecinde AK Partililerden en fazla duyduğumuz ifadelerden biri “paketin içeriğini beğenmiyorum ama CHP’lilerle, HDP’lilerle aynı tarafta oy kullanmayı kendime yediremiyorum” sözüydü. Ancak getirilmek istenen sistemin Türkiye’ye uygun olmadığını düşündüğü için partisinin savunduğu görüşün aksi yönünde oy kullanan geniş bir kesim var AK Parti tabanında. Bu kesim daha önce 7 Haziran 2015 seçiminde de parti yönetiminin siyaset yapma üslubuna ve iletişim diline yönelik bir uyarı mesajı vermişti. Daha sonra parti yönetiminin bu mesajın alındığını ve gereğinin yapılacağını açıkça ifade etmesi üzerine -mecliste bir koalisyon hükümeti kurulamayışının da etkisiyle- 1 Kasım seçiminde bu oylar AK Parti’ye geri döndü.
Hatırlayacağınız üzere, 7 Haziran seçiminden sonra yapılan açıklamalardan biri de iktidar partisinin artık “başkanlık sistemi” talebinden vazgeçmiş olduğuydu. Ancak 15 Temmuz darbe girişiminin atmosferi içinde -MHP lideri Bahçeli’nin çağrısı üzerine- Başkanlık konusunun yeniden gündeme getirilmesi ve nihayet halk oylamasına konu olması parti tabanında çok büyük bir memnuniyet oluşturmadı. Bir kısım AK Partililer “yapılacak bir şey yok, ne olursa olsun liderimiz Erdoğan’ın yanında olmalıyız” diyerek evet oyu verdiler ama epey ciddi miktarda bir fire de gerçekleşti. Referandum sürecinde görüştüğüm, konuştuğum AK Partililer arasında aşağı yukarı her beş kişiden biri hayır oyu verme eğilimindeydi. Ben de zaten buna dayanarak referandumdan “7 Haziran 2015 seçimindekine benzer bir sonuç çıkabileceği” tahmininde bulunmuştum.
Görülen o ki 16 Nisan’da sandıktan hayır sonucu çıkmadı ama “7 Haziran 2015 seçimindekine benzer bir sonuç çıkmadı” da denemez bence. Çünkü basit bir aritmetik hesapla anlaşılan realite evet oylarının miktarının AK Parti-MHP oylarının toplamının epeyce altında olduğudur. MHP tabanında ciddi bir fire gerçekleşeceği bekleniyordu ve bu gerçekleşti ama yüzde 51’in içinde MHP oyunun tamamen yok sayılması mümkün değil. Veri analizleri de gösteriyor ki MHP tabanının yaklaşık üçte biri evet oyu vermiş. Buna mukabil “evet”e hiçbirimizin beklemediği sürpriz destek HDP tabanından geldi. HDP’nin yüksek oy aldığı seçim merkezlerindeki sandık sonuçlarından hareketle batı bölgesinde ve İstanbul başta olmak üzere büyükşehirlerde de HDP tabanında evet safına kayma olduğu anlaşılıyor.
Dolayısıyla evet oyları içindeki hem MHP hem de HDP tabanından gelen oylar hesaba katıldığında AK Parti tabanında gerçekleşen fire miktarının 7 Haziran sonuçlarına yakın oranda olduğu düşünülebilir.
***
Uzun sözün kısası; sandıktan hayır sonucunun çıkacağına yönelik tahminim doğrulanmadı ama “7 Haziran 2015 seçimindekine benzer bir sonuç” oluşabileceğine dair tahminim tamamen yanlış çıkmadı.