Merak etmeyin, iç çatışma ve siyasi karmaşa yönünden olaya dalmıyorum. Bir çok referandum ile parlamenter sistemden başkanlık sistemine gidişle oluşan açlık ve sefaletten de bahsetmeyeceğim.
Benim işim ekonomik yönde yaşanan gelişmeler... Venezuela bir dönem yüksek petrol fiyatlarına sırtını yaslayarak yan gelip yatan ülkeydi. 32 milyonluk nüfusun 20 milyonu sosyal yardım alıyordu. Tabii ki bu ekonomik düzenin siyasal yansımaları da vardı. Sosyal yardım sisteminin seçimler üzerinde belirleyici etkileri ile süren bir düzen kurulmuştu. Eğer yan gelip yatarak bir hayat kurulabiliyorsa, elbette cazip bir siyasi düzen vardı. Kim istemez ki, çalışmadan hayatını kurmayı...Kim istemez ki, devlet ona baksın, yakınlarını da açıkta bırakmasın...Venezuela bir zamanlar böyleydi.
***
Dün Türkiye’nin Temmuz ayı dış ticaret verileri açıklandı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı verilerine göre, Temmuz ayında ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre 9.825 milyon dolardan 12.644 milyon dolara çıkmış. İthalatımız ise 14.696 milyon dolardan 21.432 milyon dolara yükselmiş. Böylece dış ticaret açığımız 4.871 milyon dolardan 8.788 milyon dolara fırlamış. Dış açık bir ayda 3.917 milyon dolar net artış göstermiş. Bu artışın 2.439 milyon doları altın işinden; 794 milyon doları da enerjiden.
Şimdi size bazı veriler vereceğim: Hani enerji yüzünden dış açık veriyoruz ya; onu ithalat ve ihracattan düşüyorum. Bir de altın işimiz çok arttı; onu da düşerek ekonomik aktiviteye dayalı net ihracat-ithalat verilerinden dış açığa ulaşıyorum. (1999-2016 arası)
Net dış açık 1999 yılında -9.036 milyon dolardan, 2000 yılında -17.527 milyon dolara çıkıyor. Ve ardından büyük krizi yaşıyoruz. 2003 sonrası ülkemizde enerji-altın hariç dış ticaret açığımız bir daha 10 milyar doların altına gerilemiyor. Hatta 2011 yılında normal dış açık -105.935 milyon dolar ama enerji-altın düşünce de ancak -55.073 milyon dolara geriliyor.
Kısaca işin özeti şu: 2012 yılından bu yana ekonomiyi yavaşlattık. Eskiden yüzde 7,0 ve üzeri büyümede verdiğimiz dış açığı artık yüzde 3,0-4,0 büyüme oranında vermeye başladık. Hatta ve hatta son 4 yılda dolar ve euro ortalaması alınarak hesaplanan döviz kuru 2,0 liradan 4,0 lira sınırına yükseldi. Bu kur artışına rağmen enerji-altın hariç dış açık beklenen düzeltmeyi yapamadı.
Net dış açık:
2013: -41.430
2014: -35.385
2015: -37.024
2016: -33.922 milyon dolar
Kur artıyor ama;
ihracatımızı istediğimiz seviyeye yükseltemiyoruz.
Kur artıyor ama;
ithalatımızı bir türlü azaltamıyoruz.
Yabancı mallara karşı bağımlılığımız artık sertleşti. Kur hareketleri ile istenen başarıyı elde edemiyoruz.
Burada tabii ki siyasetin de çok ciddi etkisi var. Bozulan dış ilişkiler, düşmanlaşan yabancı ülkeler, yok denecek seviyeye inen dost ülkeler...vs vs.
***
SGK’nın son verisi Nisan 2017 tarihli. Buna göre ülkemizde kayıtlı çalışan sayısı 19 milyon 579 bin kişi. Buna karşılık emekli sayısı 11 milyon 200 bin kişi ve bağlı dosyalar ile bu sayı 11 milyon 916 bin kişiye çıkıyor.
65+ üstü nüfus oranımız yüzde 8,4 ama emekli oranımız yüzde 37,8. Hatta şöyle verelim; emeklilerin çalışanlara oranı yüzde 60,9.
Kısaca çalışmıyoruz.
Çalışmayınca da, üretmiyoruz.
Aslında mesele çok yapısal. Çok uzun yıllardır değişik gazetelerde bunların olacağını defalarca yazdım. 2007 yılından bu yana;
-ithalat bağımlısı olacağımızı
-büyüme gücümüzü kaybedeceğimizi
-yabancı sermaye bağımlılığımızın artacağını
-okumanın ve çalışmanın değerinin düşeceğini
-devlete kapağı atmanın en büyük ayrıcalık olacağını vs vs riskleri defalarca yazdım. Ben yazdıkça her kurulan Ak Parti Hükümetleri bunları düzelteceklerini söylediler. Programlarına aldıklarını, olayın üstüne gideceklerini açıkladılar. Ama geldiğimiz mesafe ortada. Çalışmak ve üretmek için daha ne bekliyoruz? Haydi kalkın artık...