Yanlış yapma ve yanlışı anlama rehberi olsa ne güzel olurdu. Liyakat ve bağımsızlık ile ekonomiyi kurtaracağını sanmakta bunun bir parçası.
Yıllar önceydi. Samsun’da Demir Yatırım’ın başındaydım. Mayıs 2001’de 15 ay üzerine buradan ayrıldım. Bir özel başka bankanın yatırım şubesinde yatırım genel müdürünü arayarak işe başlayabileceğimi söylediğimde aldığım cevap muhteşemdi: “İbrahim sen bu işi çok iyi biliyorsun, Samsun’dan benim genel merkezimi bile ezersin” demişti. Oysa şubelerinde ne müşteri vardı ne de iş yapabiliyorlardı.
Küçük olsun benim olsun zihniyeti özel sektörde de hakim zihniyet.... Bir yeğenim (ilk 100’de üniversiteyi kazanmıştı) ülkemizin büyük bir grubunda çalışıyordu. Dayanamadı ve ABD’ye gitti. “Amca orada yaptıklarımdan dolayı baskı yerken ABD’de 150-200 bin dolar ödül aldım” demişti.
***
2013 yılında dostlarla oturuyor ve ekonominin tıkanacağını anlatıyordum. “Yahu İbrahim sen ne diyorsun; herkes hayatından çok memnun. Bak trafik tıklım tıklım, arabalar son model” demişlerdi.
Aradan yıllar geçti ve aynı örneği Erdoğan verdi...
2015 yılında da “bu bankacılık sistemi ile Türkiye asla kalkınamaz, hatta iktidarı muhalefeti yanlış anlayışta, Türkiye tıkandı” dediğimde “kafamızı şişirdin” diyorlardı.
2013 yılında ABD’den gelen ünlü bir profesöre ekonomimizin aslında yapısal tıkanıklığa gittiğini, kendisinin anlattığı kadar iyi olmadığımızı anlatmak zorunda kalmıştım.
Geçen günlerde DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ilk iktidara geldiklerinde artan ihracat örneğini vermişti. Ödemeler dengesi verilerinden ifade edeyim: 2002 yılında 40,7 milyar dolar olan ihracat 2008 yılında 140,9 milyar dolara çıkmıştı. Müthiş başarı değil mi?
Şimdi alt detaylarına inelim: İhracat 40 milyar dolardan 140 milyar dolara çıkarken ithalat 47 milyar dolardan 194 milyar dolara çıkmıştı.
Ama asıl önemli noktalara bakalım: Aynı dönemde (2002-2008) sanayi üretim endeksi 43,8 seviyesinden sadece 68,1 seviyesine yükselmişti.
Durun durun daha önemli noktayı söyleyeyim: İhracatın 40 milyar dolardan %246 artışla 140 milyar dolara çıktığı yıllarda sanayi üretim artışı sadece %55,5 olurken sanayideki istihdam artışı ise %12,3’de kalıyor.
Büyük ekonomik patlama ne üretime ne de istihdama yeterli yansıma göstermemiş. Sanayide çalışan sayısı 3,9 milyon kişiden 500 bin artışta kalmış. (3.954 binden 4.441 bine)
Ama daha bitmedi... Diyeceksiniz ki müthiş verim artışı ile ihracat patladı... Eeee ücretler nerede o zaman? Bakın 2002-2008 arası reel ücret artışı ne olmuş: Kamu işçisinde %1,2 reel ücret artmış. Devlet memurlarında %22,7 reel ücret artmış ve Asgari ücret: Tam %43,6 reel ücret artmış.... Bitti mi? Hayır.... Özel sektörde toplam reel ücret artışı sadece ve sadece %2,8’de kalmış.
Yani 2002-2008 arasında da bugünlerde olduğu gibi ücret artışı asgari ücret üzerinden ve devlet memurları üzerinden iyileşme olmuş. Genel ücret düzeyi nerede ise hiç iyileşmemiş.
Kısaca şunu ifade edelim: 2002-2008 arasında bir destan yazılmamış, tersine ucuz işçilik kuralı yine işlemiş. Yaşanılan sanal refah ise yabancı sermayeye dayalı borçlanmadan gelmiş.
NÜFUS ÇÖKÜYOR
Bugün kaybedecek 1 dakikamız yok. Ülke yanıyor-bitiyor ama yapısal çöküş yaşadığımız bu dönemden sonra hepten yıkılacağız.
2015’den bu yana kadın başına doğum 2,19’dan 1,70’ye düşmüş durumda. Felaket ötesi bir durum... Nüfusumuz artmayacak, yaşlı ve fakir bir ülke olacağız. Bunu hepiniz bilesiniz.
Bir an önce çalışıp para biriktirmezsek yaşlı ve fakir ülke olarak çökeceğiz. Zaman yok...
2005 yılında yeni bir ekonomi programı ile günü kurtaran finansal yönetim anlayışından KALKINMA PROGRAMINA geçmeliydik. Ülkeye gelen 650 milyar doları bir güzel heba ederek yedik içtik ve yattık.
Tek kurtuluş yolumuz kalkınma programı...
Domates fidesi dikerek yıllık ürün alabiliriz ama kimse meyve fidesi dikip 5-10 yıl sonra kalıcı meyve toplamayı düşünmedi.
Vasatlığa mahkum olmuş bir ülkeyiz.
***
Hafta içi İYİ Parti’den Bilge Yılmaz “Ekonomik İstikrar ve Kapsayıcı Büyüme Eylem Planını” açıkladı.
Çok heyecanla gittiğim toplantıdan “acaba ben mi anlamadım” diye notlarımı tekrar tekrar gözden geçirdim. Ana iki başlık vardı: Bağımsız MB ve liyakatli yönetim...
Bir not: Türkiye’de en büyük kamu soygunları çok liyakatli kişiler eliyle yapılmıştır. İşi iyi bildiklerinden...
DEVA Partisi programında da bu vardı ve Ali Babacan’a “neden sorumluluk ve denetim yok” demiştik. Ve parti programında bunlar eklendi. Bağımsızlık ve liyakatin yanında DEVA Partisi programında sorumluluk ve denetim konusunda da çok ciddi önlemler alınmış hale geldi.
Kamu gelirlerinin verimsiz, atıl sermayeden alınıp kamu harcamalarının verimli alanlara yönlendirilmesini ilkokuldaki kızım da biliyor. Bu konuda Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu davet ettiğinde şu formülü söylemiştim: Kamu istihdamını siyasetin etkisinden kurtarmak için anayasal hükümle nüfusa bağlayalım: Bu sayede kamu istihdamı nüfusa orantılı seyredebilir.
Hatta kamu ücretlerini de özel sektör ortalama ücrete endeksleyelim: İlk memurdan en üst memura kadar tüm kamu ücretleri özel sektör ortalama ücrete göre endekslensin ve kamu ortalama ücreti de özel sektör ortalama ücreti geçmesin...
Bu sayede kamu-özel aynı gemide olduğumuzu herkes görsün ve hissetsin. Yok öyle kamuya kapağı atıp garanti yüksek ücretle verimsiz çalışma ortamı... Bu sayede herkes mecburen ülke kalkınması için çalışmak zorunda kalır.
Özel sektörde kaynakların verimli alana gitmesi için o kadar geniş bir vergi reformu gerekiyor ki... Bu iş ödül ve ceza ile olur. Buna küçük iki örnek: Rant sonuna kadar vergilendirilmeli. Emlak vergisi artan oranlı şekilde alınarak başkasının barınma hakkı üzerinden kimse rant peşinde koşamasın.
Gelir vergisi açlık sınırı hesabı ile kişi yerine hane üzerinden alınmalıdır. Ve özellikle gelir vergisi yüksek enflasyon döneminde aylık dilimler belirlenerek gitmelidir.
Gelelim borçlanma ile işletme verimliliğine: İşletme faiz giderini kademeli şekilde vergiden indirmeyi kaldırabiliriz. Biliyoruz ki şirketler kaynaklarını yurtdışına aktarıp burada kendilerine kredi olarak geri verip vergiden düşüyorlar.
Vs vs...
Ortada geniş ve büyük reform diyebileceğimiz bir kurtuluş reçetesini heyecanla hala bekliyorum.
KAPSAYICI BÜYÜME AMA DARALTICI KADROLAR
Bilge Yılmaz sunumu sonrasında ekonomi kadroları hakkında ismini vermeyeceği bir ekibin hazır olduğunu söyledi.
Ülkede muhalefet bile 6’lı masa ile birleşme bütünleşme ve beraberce bir çözüm arayışındayken, Bilge Yılmaz’ın ekonomide bürokratik kadroların kendisinde hazır olduğunu söylemesi bu kapsayıcı politikaların dışında bir şey olduğunu gösteriyor.
Bırakın DEVA Partisi’ni, bırakın Gelecek Partisi’ni şu anda en büyük muhalefet partisi CHP’yi bile hesaba katmadığını düşünebilirsiniz ama benim gözlemime göre kendi partisinin (İYİ Parti) diğer ekonomi kadrolarının da bu listede ismi var mı diye merak ediyorum.
Programın adı ‘Kapsayıcı Büyüme’ ama eylem planı sadece BEN üzerine kurulmuş. Bu ülkede başka partiler ve başka iktisatçılar da var; ve bir çoğu bu ülkede vasatlık hakimiyeti yüzünden sistemlere giremiyor ve çözümlerini gösteremiyor.
Gösterilen ve sunulan program “işte tamam, budur” dedirtse belki çok daha susulacak ama İYİ Parti’nin kalkınma programının bile heyecanını gölgelemiş oldu.
Hatta daha da ilgincini söyleyeyim mi: DEVA Partisi’nin finansal çözüm modeli ile o kadar yakın ki, belki de komşu illerin birbirine bakışını yansıtan bir hava oluştu.
***
Edgar Şar yazısında şunu söylüyor: “Yaşam tarzına saygıyı kim savunur” sorusunda muhalefet %53,1 güven alıyor. “Demokratik düzeni kim savunur” sorusunda yine muhalefet %53,7 güven alıyor. Oysa “ekonomiyi kim iyi yönetir” sorusunda bu güven %46’da kalıyor.
Buradaki temel sorun kadroların yetersizliği asla değil. Hatta ben ekleyeyim bugün ülkemizin en büyük şansı muhalefetin ekonomik kadrolarının kalitesidir. Benim de tek umudum burasıdır...
Edgar Şar şöyle özetliyor konuyu: “Tüm bu çalışmalar ekonomi konusunda ortak bir yol haritası çıkartmadı. Evet, Altılı Masa’nın tüm partilerinde ekonomi alanında güçlü isimler var. Seçimleri kazanması durumunda muhalefetin ülkeyi bir süre beraber yönetmesi gerektiğini biliyor ama bu yönetimin özellikle ekonomi alanında ne yapacağını göremiyor. Altılı Masa dahilinde ekonomi konusunda, diğer konularda var olan uyum neden yakalanamadı?”
Bence güzel soru. Ve bu soru karşısında Bilge Yılmaz’ın Kapsayıcı Büyüme programı sunumunda “çözerse benim ekibim” demesi işi özetlemiyor mu?