Bakmayın dilimizde dolaşan faizin kötü bir şey olduğuna yönelik sözlerimize. Aslında biz faizi çok severiz. O kadar çok severiz ki, herkes faize bulaşsın diye fiyatını da elimizden geldiğince ucuzlattık.
Ve ucuzlaması için hala ama sadece tüm sözleri söylüyoruz.
Eskiden dar gelirlinin eline 3-5 lira geçince bankaya yatırır ve ay sonuna kadar bir gelir elde etmeye çalışırdı. 2001 krizinde faizler gecelik 3500-4000’lere çıktığında sokaktaki simitçi bile faize para getiriyordu.
Bakın faizi ucuzlattık ve artık herkes faiz almak yerine faiz ödeyicisi noktasına geldi. En ücra köşeye kadar krediler yayıldı ve kredi bağımlılığı en üst seviyelere yükseldi.
Kredi bağımlılığı aslında bir siyasi bağımlılık haline de dönüştü.
Sanayicisinden hizmet sektörüne kadar gözler siyasetin imkan vereceği kredi imkanına bağlandı. Varlığını sürdürmek için kredini sürdürmek zorundasın. Fakat burada bir nokta daha var: Bu krediler siyasetin emrindeki kamu bankaları eliyle de ağırlıklı olarak dağıtılmaktadır.
O zaman siyasi bağımlılık başka bir boyut kazanıyor tabii.
***
Şirketler kredi alıyor ve bankalar faiz yazıyor. Yenileme geldiğinde de yine yeniden kredi ve yeni faizler yazılıyor.
Yazılıyor yazılmasına ama Daron Acemoğlu’nun dediği gibi bu bir güllük gülistanlık durumu mu gösteriyor? Bankalar ve şirketler gerçekten bir güç merkezi mi, yoksa zayıflığın sarmalı mı yaşanıyor?
Sanal bir dünya oluşturduğumuz belli. Bakınız ekonomide aklımıza sürekli iki temel döngü geliyor:
1- Yeni kredi paketi açıklamak
2- Kamu ve banka alacaklarında yeniden yapılandırmaya gitmek
Kargadan başka kuş ve krediden başka çözüm bulamadığımız 20 yıldır ortada. Demek ki ekonomiye yeni bir model yeni bir ruh gerekiyor. Yeni çözüm modelleri ve çıkış imkanları aranmalıdır.
Aynı modeli kullana kullana millet-ekonomi faiz uyuşturucusuna yakalandı. Öyle bir faiz bağımlılığı oluştu ki, her yıl yeni kredi ve yeni yapılandırma olmasa ayakta duracak halimiz kalmadı.
***
Dün İstanbul Sanayi Odası-İSO her yıl yaptığı gibi en büyük 500 sanayi kuruluşunu açıkladı. İSO Başkanı Erdal Bahçıvan bir açıklamada bulundu. Gelin açıklamanın biraz detayına inelim: “2020 yılında COVID-19 salgını ile oluşan finansal koşullar içinde Türk lirasındaki değer kaybı, enflasyondaki artış ve faiz oranlarındaki dalgalanmalar sonucunda bir önceki yıla göre finansman yükü önemli ölçüde arttı.”
Bakın bu detay aramızda kalacak. Şifreyi beraber çözeceğiz ama kimseye söylemeyeceksiniz.
“2020 yılındaki finansal koşullar içinde Türk lirasının değer kaybı...” Berat Albayrak faizleri yukarısının arzu ettiği gibi hızla düşürmüş ve TL faizi %7,5-8,5 aralığına kadar inmişti. Buna rağmen Erdal Bahçıvan “Finansman yükü önemli ölçüde arttı” diyor. Ve bu artışın gerekçesi de “Türk lirasındaki değer kaybı” diyor.
Neymiş efendim?
Faizden daha büyük maliyet TL’nin değer kaybından oluşuyormuş.
Aman kimse duymasın.
***
Ekonomik dengelerimizin ne kadar bir hassas denge üzerinde olduğunu nerede ise tüm göstergelerden görebiliyoruz.
En küçük sarsıntıda derin sallantı yaşayan bir ülke olduk.
Daha önceki gün yeni kasette ne olacak merakı bile finansal piyasaları sarsabildi. Ve dün bu sarsıntı hala telafi edilemedi.
Dolar tüm dünyada değer kaybederken nerede ise sadece TL karşısında değer kazandı.
Bu kadar hassas bir dengeyi yıllardır taşımaya çalışıyoruz. Ama oluşan sosyal fatura o kadar ağır ki, asıl bunun ne olacağını bilmiyoruz.
İşin özeti şu ki, muhalefeti çok ama çok zor bir süreç bekliyor. İşleri o kadar zor ki, nerede ise günde 25 saat çalışmak zorunda kalacaklar. Ama unutmayalım ki, fırsatlarımız da değerlendirebilirsek oldukça fazladır.
Yeter ki bir uyanabilelim. Uyanabilirsek gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.