Son 14 yılda tam 500 milyar dolar açık veren bir ekonomimiz var. Büyüme oranının yüzde 2,9’a düştüğü (2016) bir yılda bile, 32,6 milyar dolar cari açıkla karşı karşıyayız. Hani biz cari açığı enerjiden dolayı veriyoruz ya; işte 2016 yılı enerji hariç dış dengemiz:
İhracat : 142.545.946 bin dolar
İthalat : 198.616.139 bin dolar
Enerji ve altın ithalatı: 27.166.096 bin $ + 6.459.114 bin $ = 33.625.210 bin dolar
Enerji ve altın ihracatı: 3.211.301 bin $ + 8.248.541 bin $= 11.459.842 bin dolar
Enerji ve altın hariç ithalat: 164.990.930 bin dolar
Enerji ve altın hariç ihracat: 131.086.104 bin dolar
Net açık: 3 milyar 390 milyon 826 bin dolar
***
2003 yılında Türkiye eski seriye göre %5,3 ve yeni seriye göre de yüzde 5,6 büyüme göstermiş. Yani 2016 yılı büyüme oranının iki katı civarında. Peki cari açığımız ne kadarmış?
2003 cari açık: -7.554 milyon dolar
2003 altın ve enerji hariç dış açık: -8.970 milyon dolar.
Kafanız mı karıştı? Şöyle ifade edeyim:
2016 yılında ticaretten kaynaklanan açığımız 3,4 milyar dolar ama cari açık 32,6 milyar dolar.
2003 yılında ticaretten doğan açığımız 9,0 milyar dolar ama cari açığımız 7,6 milyar dolar.
Ticaretten kaynaklanan cari açığımızı başta turizm gibi, müteahhitlik gibi yurt dışı ek hizmetlerle kapatamıyoruz.
***
Bu tablo bize ne gösteriyor?
Her yıl yaklaşık 35-40 milyar dolar yabancı sermayeye ihtiyacımız var. Ya, bu ekonomik modeli değiştirmeliyiz; ya da sermaye açığımızı kapatan yabancılarla farklı bir ilişki geliştireceğiz.
Yok, ekonomik modeli değiştirmeyeceğiz ama yabancılara da ders vereceğiz dediğimizde nasıl bir ekonomik hayatın bizi beklediğini siz hayal edin.
Hafta sonu Karar Gazetesinde yabancılarla sermaye ilişkimizi verdim: Her yıl 25 milyon turistin -oran yüzde 74’den düşse bile- hala yarısından fazlası Avrupa ülkelerinden geliyor. Borç veren ülkelerin nerede ise yüzde 80’i Avrupa ve ABD’den geliyor.
Hepsinden önemlisi ise, ülkemize doğrudan yatırım yapan ülkelerin dağılımında yatıyor. Doğrudan yatırım: Bu ülkede yatırım yapmak, bu ülkenin tüm risklerini de üstlenmek demektir. Merkez Bankası verilerine göre 138.8 milyar dolarlık yabancıların doğrudan yatırımının yüzde 80’i Avrupa ülkelerinden geliyor.
Bu kadar yüksek oranda Türkiye riskini üstlenmiş olan Avrupa ile ilişkilerimizde elbette karşılıklı çıkar birlikteliği rol oynayacaktır. Unutmayın ki, Fatih Sultan Mehmet bile İstanbul’un fethinde Bizans’a yardım eden Venediklilere imtiyaz vermişti. Burada asla ve asla imtiyaz verilmesinden bahsetmiyorum. Söz konusu ekonomi olunca, ilişkilerin sen vurdun-ben vurdum noktasında gelişmediğini belirtiyorum.
***
Bugün turizm sektöründe milyonlarca insan doğrudan ve dolaylı şekilde ekmek yemektedir. Her “ey... diye başlayacak cümleler, o insanların ekmeği ile ilişkili olacaktır. Her verilen taviz de ülkemizin geleceği ile alakalı olacaktır.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı yeni bir ekonomik model kadar, yeni bir dış politika modeli de bize zaruri gelmektedir.
Son aylara baktığımızda referandum süresinde Avrupa’dan gelen sermayede bizi hiç sıkıştırmadıklarını görüyoruz. Bankalar sendikasyon kredilerini yenileyebildi...Sıcak para zaten akmaya devam ediyor. Hatta referandum süresince Avrupa’dan sermaye geldikçe, Türk Halkı dolar aldı. Döviz Tevdiat Hesapları (DYH) yaklaşık 15 milyar dolar artış gösterdi.
Galiba bu noktaları iyi analiz etmeliyiz. Kim ne istiyor? Sermaye akımına bakınca çok daha net görüyoruz.
***
Bugün bir başka meselemiz de büyüme sürecimiz hakkında. Son 3 ayda geçen yıla yakın kredi verildi. Faiz ve krediye dayalı tüketim modelini sonuna kadar zorladık. Kimse üretim tarafına bakmadı.
Faize karşıyız dedikçe, ekonomide faizden başka ensturman kullanmaz olduk. Acaba bu krediler nasıl geri ödenecek? Acaba yatırım artmadan alınan istihdamlar nasıl sürekli olacak? Acaba yabancı sermaye azalırsa, açıklar nasıl kapatılacak?
Galiba çok ciddi bir normalleşmeye ihtiyacımız olacak. Hem de çok acil.