Moody’s Türkiye’nin kredi notunu artırırken, düşürürken ve ekonomik gerekçeler açıklarken aslında siyasi karar verdi. Son 13 yılda 490 milyar dolar yabancı paraya ihtiyaç duyan ve net açığı bir türlü azalmayan Türkiye’nin yeni bir çıkış modeline ihtiyacı var.
Moody's 2013 yılında Türkiye'nin kredi notunu artırdığında şu gerekçeyi öne sürdü:
1-Türkiye'nin kamu maliyesi sağlamlaştı. Borç yükü 2009 yılından sonra 10 puan düşerek yüzde 36'ya geriledi ve tahvillerin ödeme vadesi 4,6 yıla uzadı.
2-Hükümetin reformlarının tasarruf oranlarının, rekabetçiliğin ve cari açığın artmasındaki rolü olan enerji üzerinde yoğunlaşması ve bu sayede uluslararası sermaye akımlarından kaynaklanabilecek şoklara karşı kırılganlığın azalacağı beklentisi.
Mayıs 2013 yılında Moody's kredi notunu artırarak bir bakıma Türkiye'yi "yatırım yapılabilir ülke" statüsüne yükseltmiş oldu. Çünkü Fitch'in ardından ikinci bir reyting şirketi daha Türkiye'ye olumlu not vermişti. "Yatırım yapılabilir ülke" statüsü için en az iki reyting şirketinin olumlu kredi notu gerekiyordu.
Ve hain 15 Temmuz terörist darbe kalkışmasının hemen ardından S&P zaten yatırım seviyesinin altında olan kredi notunu bir alt basamağa daha düşürdü. S&P 21 Temmuz tarihindeki açıklamasında "Türkiye'nin dış finansman ihtiyacı ve sermaye akışına bağlılığa" dikkat çekti.
Oysa Moody's hain girişimin ardından yaptığı açıklamada yeni gelişmeleri izleyeceğini ve değerlendirmesini peşin hükümle vermeyeceğini ilan etmişti. İnceleme ve değerlendirme için 3 aylık süre isteyen Moody's 3 gün önce de "Türkiye'de 15 Temmuz sonrası inanılmaz toparlanma olduğunu" açıklamıştı.
Ve 3 gün geçer geçmez tıpkı S&P gibi aynı gerekçelerle, yani "yabancı sermayeye bağlılık" bahanesi ile kredi notunu düşürdü. Moody's ve S&P Türkiye'nin dış finansman risklerine dikkat çekerek derecelendirmede bulundular. Ve hep bir ağızdan "siyasi karar" verdiklerini ilan ettik.
‘Yabancı’parası iyiydi
Türkiye'nin 2003 yılından bu yana yönetiminde tek parti olarak AK Parti kadroları bulunuyor. Bu nedenle son 13,5 yıla topluca bakıyoruz. Önceki 13 yılda ne oldu; son 13 yılda ne oldu?
Toplam Cari Açık:
1990-2002: -20 milyar 276 milyon dolar
2003-2015: -468 milyar 012 milyon dolar
Ülkeye gelen yabancı sermaye:
1990-2002: 27 milyar 139 milyon dolar
2003-2015: -528 milyar 872 milyon dolar
Son 13 + yarım yılda ülkemizde yaşadığımız refahın nerede ise en büyük destekçisi YABANCILAR olmuş. Bu sürede 490 milyar dolar açık vermişiz ama yabancılar bize 554 milyar dolar para vermişler. Hatta bu paraya kaydı bile belli olmayan 32,6 milyar doları da eklediğimizde, yabancılardan aldığımız toplam para 13,5 yılda 586 milyar 472 milyon dolara ulaşmış.
Olay basitmiş: Yabancılar borç verecek-Türkler harcayacak... Oysa aynı dönem içerisinde yatırım-üretim ve sanayi oranları maalesef nerede ise sürekli gerileme yaşamış. Borçla-yabancı parası ile ayakta duran, övünen bir ülkeydik. Yatırım-üretim ile maalesef yeterli övünecek gelişmeyi sağlayamadık. (Bu konuda her türlü veriyi vererek geçmişte defalarca yazdım)
GERÇEK AÇIK DÜŞMÜYOR
Aşağıdaki tabloda Türkiye'nin cari açık ve enerji+altın ilişkisi yer alıyor. Yıllar içerisine 1996-97 yılları da özel olarak örnek olarak verilmiştir.
1996-97 yıllarında Türkiye hızlı büyüme yaşamıştır. Yıllık büyüme oranları yüzde 7,0 ve 7,5 olurken, cari açık iki milyar doların üzerindedir. Ama aynı yıllarda enerji ithalatının 6 milyar dolara yakın olduğunu göz önüne aldığımızda ve altın ticareti bugünkü gibi etkisiz olduğunda enerji+altın hariç cari açık yaşanmamıştır. Hatta yüzde 7,0 ve 7,5 büyüme oranlarına rağmen 1996-97 yıllarında 3,3 milyar dolar cari fazla oluştuğu görülüyor.
2010 yılında yüzde 8,8 ve 2011 yılında yüzde 9,2 gibi hızlı büyüme dönemlerinde -74 milyar dolara kadar yükselen cari açıklar da enerji ve altın hariç cari açıklarımızda -10 ve -22 milyar dolara ulaşmıştır.
Cari açığın aslında bir yabancı sermaye muhtaçlığı olduğunu düşündüğümüzde bu açıkların nasıl kapandığını da uzun vadede sorgulamamız gerekiyor.
2011 yılından sonra cari açıkla mücadelede en etkili yöntem olarak ekonomiyi soğutma kararı alındığı görülüyor. Ekonomide hızlı fren sayesinde 2012 yılında cari açık -48 milyar dolara düşerken, enerji ve altın hariç açık (aslında gerçek ekonomik aktiviteye dayalı dış açı+fazla) -1,2 milyar dolara geriledi.
2014 yılında ise kredili+taksitli tüketim ile ithal ürünlerin önü kesilmeye çalışıldığında gerçek açık bitmiş ve yerine 9,1 milyar dolarlık fazla oluşmuştur.
Dış açıkta düzelme yok
Türkiye cari açığı "yüksek enerji fiyatlarından dolayı veriyor" argümanını kaldırmak için enerji+altın hariç cari açığın seyrine baktığımızda 2015 yılında yeniden bir yükseliş görülüyor. Oysa 2013 yılında Hükümetin cari açıkla ve yabancı paraya ihtiyaçlığı azaltacak önlemlerle reformlar yapacağı beklentisi, Mooy's'in kredi notu artırımında ana gerekçeydi. 2014 yılında sonuç alınmasına rağmen 2015 yılında yeniden dinamikler bozuldu ve ekonomik aktiviteye dayalı dış açık -7,7 milyar dolara yükseldi.
Cari açık 2013 yılında -63,6 milyar dolardan 2015 yılında -32,2 milyar dolara düşerken aslında bu düşüşün tamamının enerji fiyatları ile altın ticaretinden geldiğini görüyoruz. Yani yapısal hiçbir düzelme olmamıştır. Hatta 2016 yılının ilk 7 ayında cari açık -21,7 milyar dolar olmasına rağmen bu düşüşün tamamının enerji ve altından geldiğini anlıyoruz. Enerji ve altın hariç tutulduğunda cari işlemler dengesinin yeniden hızla bozulduğunu ve yılın ilk 7 ayında -11,5 milyar dolar açık verdiğini anlıyoruz.
OBAMA ETKİSİ!
Moody's kredi notunu ne zaman artırdı? 21 Mayıs 2013... Yani Obama-Erdoğan görüşmesinden 5 gün sonra.
ELBETTE NOT SİYASİ BİR KARAR
Türkiye 2001 krizinin ardından IMF anlaşması ile Kemal Derviş beraberliğinde "Güçlü Ekonomiye Geçiş" programı yazdı. Bu programın temel hedefi mali kesimi ve devlet bütçesini doldurmanın üzerineydi. Aradan 15 yıl geçti ve Türkiye hala bu programı uyguluyor. Daha çok vergi için daha çok üretim yerine, daha çok tüketim isteği ana politika olarak hayat buldu. 2002 yılından sonra hızla bozulan dış ticaret ve cari açık dengesi aslında artarak devam ediyor. Oysa ekonomide büyüme ivmesi 2007 yılında son buldu. 2007 sonrası ekonomide "fetret devri" yaşıyoruz. Nasıl ki ekonomide fetret devrine rağmen kredi notu artışı bir siyasi karar ise, aynı derecede düşüşü de siyasi karardır. Elbette Türkiye bir "Orta Yaş Fırsat" ülkesi olarak en az yıllık yüzde 5,0 büyüme potansiyeli taşırken, bunun altında kalmanın izahı mümkün olamayacaktır. Bu kadar güçlü büyüme potansiyelinin altında kaldığımızda dahi yüksek cari açık veriyorsak; bize bir gün dur diyeceklerdi. İşte o gün geldi ve Türkiye'ye karşı yeni bir önlem paketi devreye alındı.