Parasını, geleceğini, canını kaybediyor.
Hükümet Pandemi döneminde çocuklarımıza uzaktan eğitim vermeyi beceremedi. Akıllarına her evde internet var mı, bilgisayar var mı, tablet var mı, hatta ve hatta elektrik var mı diye sormak bile gelmedi. Bu bir tercih olamaz. Hükumet üyeleri, devlet parasını harcarken hoyrat olamaz. Ülkenin her köşesine eşit şekilde tüm imkanları sağlamak zorunda.
Ülkenin ilgili bakanı da yoğun katılım nedeniyle sistemin çökmesine “iyi haber” diyor. Böyle devlet yönetilir mi? Çocuklarımızın geleceğiyle oynamak “iyi haber” olur mu?
Bugün Türkiye’de insan hakları ayaklar altında eziliyor.
İfade özgürlüğüne bakalım. Fikrini söyleyenler işsiz kalıyor, tutuklanıyor. Olmaz arkadaşlar. Sırf beğenmediğiniz şeyleri söylüyorlar diye, düşünce suç olmaz. Düşünceden suç olmaz. Eğer bu ülkede tek bir tane düşünce olsun istiyorsanız, olmaz. Mümkün değil. İnsanların dilini kesemezsiniz. İnsanların düşüncelerini kontrol edemezsiniz.
Düşünce polisliği yapamazsınız.
Herkesin aynı şeyi söylediği bir ülke, bir düzen olmaz. O düzenin adına demokrasi denmez. Demokratik bir hukuk devletinde eleştiriden korkulmaz. Ama ülkemizde eleştiriden korkuyorlar. Niçin korkuyorlar? Biz sözümüzün gücüne güveniyoruz. Biz eleştirilerimizin haklılığından güç alıyoruz. Bir bakıyorsunuz, sosyal medyada eleştiri yapan gençler tutuklanıyor.
Klavye ya, klavye… Klavyeden korkuyorlar.
Bir bakıyorsunuz, gazeteciler tutuklanıyor. Ne istiyorsunuz? Her gazete aynı manşetle mi çıksın istiyorsunuz? Farklı hiçbir görüşe yer verilmesin mi istiyorsunuz? Siz gazetecileri papağan mı zannediyorsunuz?
***
Yukarıdaki cümleler DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın Bitlis Kongresindeki konuşmadan alınmıştır.
Bugün yönetim kadrolarını ve yönetim sistemini beğenen bir çok Vatandaş bu sözlere karşı kızgınlık besleyebilir. Liderlerinin bu kadar ciddi eleştiriye uğramasına gücenebilirler.
Ama bir noktayı unutmayın: Ülkenin genel gidişatına bakınca bu sözler bir cankurtaran sözlerdir. Liderin ve tabii ona bağlı olarak bütün kamu kadrolarının ve de parti önde gelenlerinin “İTİBARLI” yaşayışları ortada.
Bir tarafta müthiş bir itibarlı hayat; diğer tarafta büyük bir ekonomik buhran.
Ülkede kazanılan her kuruş adeta yok ediliyor. Hazine Garantili Müteahhitlere paraları tıkır tıkır ödeniyor ama Millete gelince “Mümin fakirliğe sabreder” deniliyor.
Yatırımlar ülke kazancına göre mi yoksa bir avuç müteahhit kazancına göre mi şekilleniyor? Bu çok ciddi paradokstur.
Silvan’da sulama barajı bir türlü bitmezken, aklını Kanal İstanbul’a vermek ne ifade ediyordur? Acaba Ülkemizin başka zaruri yatırımları ne durumdadır?
Ekonomi bir bütündür. Sermaye verimli kullanılmaz ise yatırımlar da aslında birer bataklık haline gelir.
Ülke iyi yönetilmezse de bizim kaybımızdan daha çok evlatlarımız ve torunlarımız kaybedecek demektir.
Bakınız geldiğimiz nokta önemlidir: Devletin topladığı vergi emekli ve memura yetmeyecek noktaya geliyor. 2021 yılında 920 milyar lira vergi toplamayı hedefliyor ama bu paranın da 800 milyar lirası emekli ve memur maaşlarına gidecek.
Böyle bir ülke yönetimi olamaz.
Bu tablo bize gelecek beklentimizin olmayacağını net şekilde gösteriyor. Çalışmak ve kazanmak artık çok zor. Siyasi kanallarla kazanmak nerede ise tek yol haline geldi.
Bakınız son günlerde sosyal medyada sıkça tartışılan bir mesele var: Sınıfsal değişim imkanı..
Bu nedir? Mesela bir köyde yokluk içerisinde bir devlet okulunda okuyorsunuz. Ama çok çalışarak eğitim hayatınız bittiğinde çok iyi bir makam ve maddi imkanlar elde edebilirsiniz. İşte bu imkanları kazanma yollarına sınıfsal değişim yolları diyoruz.
Acaba bugün Türkiye’de siyaset dışında bu imkanlar herkese ne kadar açık? Mesela Banka Yönetim Kurulu için eğitim mi şart; yoksa siyasete yakınlık mı?
***
Ülkede sorunlar ne kadar dile getirilirse, çözümlere de o kadar yaklaşırız. O nedenle klavye önemlidir; konuşmak önemlidir.
Sorunları dile getirtmezsek nasıl çözüm bulabiliriz?
Asıl burayı düşünelim.