Fiyatlar ateş pahası ama ortada mutlu olan ve kazanan kimse yok.
Tarlaya bakıyorsunuz çiftçi sudan ucuza ürününü satıyor ama aynı ürün raflarda ateş pahası. Çiftçi kazanmıyor ama inanın aracılar da kazanmıyor. Hatta daha da ileri gidelim ve halka açık bilançolardan söyleyelim: Satıcılar da kazanmıyor.
Benzer durum konut sektöründe de yaşanıyor. İnşaat firmalarının adeta iflas kuyruğunda beklediği yerde, konut fiyatları da arttıkça artıyor. Ama ortada net bir kazanan yok... Ne üretici kazanıyor ne de tüketici.
İhracatta da aslında durum benzer şekilde. Kazanmış gibi görünen bazı sektörlerdeki yerli üretici, aslında ucuz hayatını yabancıya satmış oluyor. Ucuz işgücü adeta tek kazanç kapımız olmuş.
Fakirleştiren bir ihracat ve/veya fakirleştiren bir büyüme yaşıyoruz.
Bakınız, bir ülkede herkesi üniversiteli yaparak kâğıt üstünde kazanmış gibi görünebiliriz. Ama aslında kazanmıyor ve kaybediyoruz. Hatta bir nesil bu politika sonucu adeta bir hayat kaybediyor.
Evlerde oturmuş iş kapısı açılacak diye bekleyen milyonlarca üniversite mezunu öylece duruyor. Birçok üniversite adeta işsizlik kampı şeklinde çalışıyor. Ama yine de aynı politikaya devam ediyoruz.
Son aylarda en fazla gıda ve konut sektörü tartışılıyor. Dün konutta rakamları verdim: (2013-2020 arasında) Nüfus artışına dayalı ihtiyacın iki katı yeni konut satılmış.
Hatta bir not ekleyeyim: Yıllık nüfusları açıklanan yıl olarak almışım (yanlış yapmışım). Buna göre dünkü yazıda verdiğim nüfus artışı (2013-2020) 8 milyon 271 bin. Ama aslında gerçek nüfus artışı 7 milyon 987 bin kişi. Gerçi uzun sürede bu sapma çok etki yapmıyor.
Nereden bakarsanız bakın 2013-2020 döneminde artan nüfusun konut ihtiyacı 2,4 milyonken satılan yeni konut sayısı 4,6 milyon adet. Fazladan satılan 2,2 milyon konut stokunu nasıl açıklayacağız?
Hadi bunun 220 bini de yabancılara satıldı. O zaman geriye kalan 2 milyon fazlalık konut ne olacak?
Bir anda bir konut ihtiyacı mı hasıl oldu? Bir anda nüfus mu patladı? Bir anda bu ihtiyaç nereden çıktı?
Bunun bir tek izahı olabilir: Artan maliyetlere dayalı yeni davranış şekli... Yani ihtiyaca bağlı bir pazar değil, maliyete bağlı bir pazar şekli.
Geçen yıl temmuz-haziran aylarında 0,59 lira olan yumurta fiyatını hatırlayın. Aralık ayında birden 0,94 liraya kadar yükseldi.
Bir anda tavuklar mı kesilmişti de bu fiyat artışı yaşandı? Nitekim sonrasında fiyatlar gerileme göstererek 0,75 liraya düştü.
Elbette burada konut ve gıdada bir fiyat düşüşü olacak anlamı çıkmıyor. Maliyete dayalı fiyatlandırmayı zaten gıdada net görüyoruz.
Tarlada fiyat etmeyen ürün aracılık maliyetleri, taşıma maliyetleri ve hepsinden öte satış maliyetleri ile adeta el yakıyor. Satış maliyetlerinde özellikle perakende yoğunluğu ve yüksek kiraya dayalı sabit giderler önemli etken.
Kimsenin doyurucu kar edemediği bir maliyet sarmalı yaşanıyor sektörde.
Aslında bu maliyet sarmalı tüm ülkede yaşanıyor da diyebiliriz. Eski varlıklar daha ucuza alınmış olsa bile yeni mal ve hizmetler yüksek maliyet etkisinde piyasaya çıkıyor.
Burada mesele bu maliyet etkisinin ne derece kalıcı olacağıdır. Bu yüksek maliyetlerin ne derece talep görebileceği de önemlidir.
Örneğin kira fiyatlarında yaşanan dalgalanma kalıcı bir seviye mi oluşturacak, yoksa maliyete dayalı bir balon mu sürecek.
Geçmişten biriken bir kira ucuzluğu zaten vardı ve konut fiyat artışının gerisinde kalmıştı. Acaba sadece bu fark mı ortadan kalkacak?
Sanırım bütün bunların da sonucunu seçimler belirleyecek. Dün belirttiğim gibi sadece göç politikası bile Türkiye’de bir anda milyon civarı konutu talep dışı bırakabilir.
Kur ve varlık fiyat baskısının azaltılması da maliyet cephesinde yeni dengeler oluşturabilir. O nedenle şu anki fiyat artışının kalıcılığının ciddi şekilde sorgulanması gerekir.
Ama burada asıl sorun piyasanın kendi halinde seyretmesi mi, yoksa bir kamu müdahalesi gerekliliği noktasıdır. Mesela konut talebini ihtiyaç yerine sadece rant amacı ile gerçekleştirenlerin durumu ne olacak?
Vergisel tedbirler bu işin neresinde?
Tıpkı tarlada bedava olan ürünün rafta ateş pahası olmasını seyrettiğimiz gibi hep seyirde mi kalacağız.
Ülke yönetmek ve yönetimin de etkinliği işte tam bu noktalarda ortaya çıkıyor. Çözüm üretmek ve piyasaları bir noktada makul seviyelere çekmek tam da kamu gücü ve vergi politikası alanına girmektedir.
Ama biz seyretmeye devam edelim. Ne de olsa Dünya’ya meydan okuyor ve Akdeniz’de oyun kuruyoruz.
Dini ve Milli söylemlerle şükretmek varken, neden çözüme kafa yoralım ki... Karar sizindir.