Finansal kriz aşamasını adeta “bizde kriz yok” diyerek geçirdik. Ekonomiye ciddi anlamda doping uyguladık.
Bugün bir bakıma o suni müdahalelerin acısını çekiyoruz.
Zamanında yapılması gereken reel adımları atmadığımız için yüksek enflasyon, yüksek faiz ve yüksek kur dengesinde çırpınıyoruz.
Aslında işin çok daha derininde günahlar çok daha büyük.
Bol para döneminde yatırımsız bir ekonominin sonuçları bunlar. Hiç kimseyi suçlu ilan edemeyiz.
Bütün sorumluluk bizde.
Düşünsenize, 2012-2013 yıllarında ülkemize sadece ve sadece iki yılda 146 milyar dolar yabancı para girişi gerçekleşmiş. Sahi ne yaptık biz o paraları?
Bugün 3-5 milyar doların yolunu gözler olduk.
N’oldu bize!
***
Dolar kuru hızla yükseldiğinde geçen ay bir denklem verdim:
“Ne kadar reel kriz= o kadar azalan finansal kriz”
Reel kriz derinleştikçe, iç talep düştükçe finansal sarsıntılar azalacaktır dedim. Geçiş döneminde elbette kısa vadede hemen dalgalanma geçmez ama orta vadede sonuç bellidir.
Size bir örnek verdim: 2008 krizi başladığında faizler yüzde 16 seviyesinden hızla yüzde 25’e çıktı. Ama krizin ortasında kredi talebi öyle kesildi ki, Mart 2009’da faizler yüzde 12-13’lere düşmüştü bile.
Hatta Ağustos ayı ödemeler dengesinde yıllarca alıştığımız cari açık yerine, cari fazla bile verebileceğimizi yazdım.
Ben ekonomide bir dengelenme dönemi bekliyorum. Veya biraz daha farklı ifade edecek olursam: Son iki yılı aşkın süredir yaşadığımız finansal krizin yerini reel krizin alabileceğini ama bu sefer de finansal krizin dengeleneceğini açıkladım.
O nedenle dövizde artık çok sert hareketler beklemediğimi, hatta faizlerde de açıklanan YEP kısmen gerçekleşse bile orta vadede düşüş beklediğimi ifade edeyim. Tabii ki bunların karşılığında ödenecek olan bir reel kriz faturası vardır.
***
Şimdi fatura ödeme zamanı. İç talep elbette ciddi şekilde azalma gösteriyor. Artan kur ve faizler bir çok şirketi mali açıdan azalan iç taleple beraber daha da ciddi zorluyor.
Hem üretim maliyeti (ya da ticari maliyet) hem de finansal maliyetler ciddi oranda artış gösterdi.
Hatırlayın... İspanya örneğini çok defa verdim. Küresel krizi öncesi kamu borcu çok düşük olmasına karşın, özel sektörün yüksek dış borcu nedeniyle çok ağır kriz yaşamıştı. Sadece iki yıl içinde ödenemeyen dış borçlar nedeniyle bankalar üzerinden kamu borç oranı yüzde 35’den yüzde 85’e çıkmıştı.
Ne oldu orada?
Şirketler borçlarını ödeyemeyince, bankalar zora girdi. Ve bankalar kamu tarafından kurtarıldı.
Biz de benzer açıklamalar var. Bankalar zora girerse devlet yardım edecek diyor Bakan.
Ya şirketler?
Özellikle kilit noktada enerji sektörünü görüyorum. Ülke için olmazsa olmaz denilen bir alan. O şirketler mali olarak zora girince ne olacak? İlla bankalar mı beklenecek?
İnşaat sektörü...
İhracatçılar...
Yani devletten 200 milyar lira alacağı olan şirketlerin-sektörlerin batması mı beklenecek? Bankalara borçlar ödenmeyince mi devlet yardım edecek?
Haftasonu ASO Başkanı Nurettin Özdebir gazetecilere açıklamalarda bulunmuş. Gerçi AA’da geçen metinde “maaşları kamu ödesin” bölümünü görememiştim. Ama asıl önemli nokta “Devlet KDV alacaklarımız karşılığında tahvil versin” diyordu.
O haberi görünce aklıma önceki yıl bu konuyu gündeme getiren dönemin Maliye Bakanı Naci Ağbal geldi. Ve onun çalışmalarını habere ekledim.
Ne yapıyordu Naci Ağbal?: Şirketlerin kamudan alacaklarını ödeyecek bir KDV reformu hazırlamıştı. Bugün sanayicilerin şikayetlerini, ta o günden çözüyordu.
Meğer yasa Meclise bile gelmiş. Plan Bütçe Komisyonundan vs geçmiş. Ama Mecliste yine AK Partili başka vekillerin önergesi ile çekilmiş.
Düşünebiliyor musunuz?
Yok yok... Düşünmeyin.
Şimdi şirketler kurtarılacak ama nasıl? Önce batacaklar ve sonra el değiştirerek mi? Yoksa alacakları ödenerek mi? Bilmiyoruz tabii.