Ama dilemek zorundayım.
Çünkü vergi gelirlerinin 2016 yılı ilk 2 ayında durağanlaştığını dün yayınlamıştık. Sabah Maliye Bakanlığından Recep Demir aradı ve vergi gelirlerinin durağanlaşmadığını iletti.
Baktım doğruymuş.
Üzüldüm. Ama yanlış bilgiye değil, vergi gelirlerinin artmasına üzüldüm. Keşke vergi gelirleri durağan kalsaydı. Keşke vergi gelirleri çok artmasaydı.
Dün Karar Gazetesinin 5. sayfasında iki resmi veri vardı. Sağ tarafta 2015 yılında işsizlik oranının yüzde 9,9’dan yüzde 10,3’e yükseldiği yer alıyordu. Sol tarafta ise Merkezi Yönetim bütçesinin iki ayda 6,6 milyar lira fazla verdiği yer alıyordu.
Aslında iki veriyi yan yana düşündüğümüzde tablo netti. Devlet büyüyor ama işsizlik artıyor.
Evet, devlet maalesef büyüyor. Maliye Bakanlığının Gelir Politikaları bölümüne bir bakın: Merkezi Yönetim Bütçe Gelirleri 2004 yılında GSYH’nın yüzde 21,99’una geliyormuş. 2014 yılında ise yüzde 24,33’üne yükselmiş.
Basit bir hesap yapalım:
2004 yılında GSYH: 559 milyar lira çarpı 0,2199 bu da eder 123 milyar lira.
2014 yılında GSYH: 1 trilyon 747 milyar lira ve bunun yüzde 24,33’ü eder 425 milyar lira. (Bütçe Mali Kontrol Genel Müdürlüğü verisine göre 2014 bütçe gelirleri 403 milyar 175 milyon TL)
2004 yılından 2014 yılına Türkiye’de fiyatlar yaklaşık yüzde 120 oranında artmış. Ama devletin topladığı gelirler yüzde 245 oranında artmış.
Yani devlet özel sektörden enflasyonun iki katı üzerinde vergi toplamış.
***
Devlet ekonomide bu kadar büyüyecekse, neden özelleştirme ile devleti küçültüyoruz söylemi kullanılıyor?
Toplanan vergiler atıl sermaye vergileri olsa ne ala... Maalesef Türkiye’de vergi yükü vatandaşın ve üretim kesiminin, yani sanayicinin üzerine yüklenmiştir. Keşke üretim süreçlerine bu kadar vergi yükleyeceğimize tüketim süreçlerine (lüks) yükleseydik.
Hani Düzce Belediye Başkanı diyor ya “Audi’yi kiralamadım, satın aldım ve vergiden düştüm”. Aslında gerçeği ne güzel ifade ediyor.
2007 yılından beri, “eğer ekonomi programı değişmez ise Türkiye ekonomide büyüme gücünü kaybeder ve düşük büyüme sürecine girer” diye defalarca yazdım. Çünkü 2001 krizi ile Kemal Derviş-IMF birlikteliğinin yazdığı ekonomi programı miadını doldurmuştu ve değiştirilmesi gerekiyordu.
Maalesef olmadı
***
Ak Parti ekonomi yönetimi bir türlü kendi ekonomi programını yaz(a)madı. Derviş-IMF ekonomi programı iki ana ekseni hedefliyordu: Devletin kasası - bankaların kesesini doldurmak. Bunların olması için ise mali disiplin ile tüketim kanallarının açılması gerekiyordu.
Ve sonuç: Büyüme dursa bile durmayan cari açık ile karşımıza çıktı.
Sayın Numan Kurtulmuş “ekonomik vesayetin kuruluşu” ile durumu farklı bir noktadan ele almıştı.
Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise sonuca “patinaj” demişti.
Ama yine olmadı.
Genç yaşta ve dinamik bir ülke olan Türkiye bir türlü siyasi dinamizmi ekonomiye yansıtamıyor. Hatta çok daha iddialı bir cümle kuracağım “son yıllarda hükümet zayıfladıkça ekonomi güçleniyor” diyeceğim. Bu cümlenin altını da şu şekilde doldurabilirim: “Galiba vergi tahsilatı azalınca özel sektör daha verimli oluyor”.
Mesela bakın geçen gün haberini yapmıştık. ‘Doğalgazda fatura 11 milyar dolar düştü ama vatandaşa 1 dolar yansımadı’.
Bugün bir başka haberimiz var: ‘Benzin aslında sudan ucuz’. Evet, benzinin litresi 0,82 kuruş (EPDK Şubat 2016 ortalaması) ama toptancı, bayi ve vergiler eklendiğinde vatandaşa 4,10 liraya satılıyor.
Ülkemizde istihdam vergilerinin yüksekliği malum. Özel sektörde “orta sınıf” ücretler IMF-Derviş programı döneminde nerede ise sürekli geriledi. Yeni neslin tek hayali KPSS ile kapağı devlete atmak oldu.
Bu çok ama çok acı ve vahim bir tablo.
İşte bu nedenlerle aslında Sayın Maliye Bakanımızdan özür dilemek istemezdim. Keşke 2016 yılında vergi gelirleri 2015 yılından daha düşük artsaydı. Veya, keşke üretime gitmeyen yerlerden daha çok vergi alıp üretim süreçlerini gerçekten destekleseydik.
Keşke devleti büyütmeyi düşündüğümüz kadar özel sektörü ve üretimi büyütseydik.
Türkiye’nin dinamikliğine yüzde 3-4 büyüme oranları gerçekten yakışmıyor. Bu büyüme oranlarını bir türlü hazmedemiyorum. Mesele budur.